“Akhisar’da Sadriye Şen eşi tarafından silahla vurularak öldürüldü!”

“Ayşe Tuba arslan davasında canavarca hisle öldürme kararı bozuldu. 23 kez şikayetçi olan, öldürüldüğünde bile çantasından şikayet dilekçesi çıkan Ayşe Tuba’nın sesini duymayanlar şimdi de bu adaletsiz kararı verdi.”

“Şort giyen genç kıza sözlü saldırı! Genç kız adama ‘Sana ne lan!’ diyerek üzerine yürüdü.”

“Soma’da karısının kafasında bardak kıran, bıçakla saldıran kişiyi bir müşteri müdahale ederek etkisiz hale getirdi!”

“İzmir’de, İstanbul Sözleşmesi’nin feshini protesto için toplanan kadınlar, polis engeli ile karşılaştı. Polis, biber gazı sıktı.”

***

Son günlerdeki kadın haberlerinin başlıkları bunlar. Yaşam tarzına müdahale örnekleri birbirini kovalıyor. Kadına şiddet, çocuk istismarı, sokak hayvanlarına kötü muamele sıradanlaştı! Türkiye’de kadın olmanın zorluğunu en iyi dillendiren şu satırlar da meslektaşımız Melis Alphan’dan: “Daha küçük bir kız çocuğu iken kamusal alanda güvende olmadığını öğrenmek demek. Parkta, bahçede, sokakta, meydanda, sahilde, otobüste, akla gelen her yerde her an sözlü veya fiziksel tacize uğrama ihtimalinin bilincinde olmak demek.

Kimse öğretmez, yaşayarak, bizzat deneyimleyerek öğrenir bu ülkede her kadın bunu. Ve kendince önlemler, hatta savunma yöntemleri geliştirir. Kimse göstermez; hayat öğretir.

Türkiye’de kadın olmak, sokağa adımını attığın andan itibaren tedirgin olmak demek (...) Türkiye’de kadın olmak, kıyafetini hep savunmak zorunda kalmak demek. Türkiye’de kadın olmak “Mutlaka bir yerini açmıştır, mutlaka göz süzmüştür, mutlaka kırıtmıştır, mutlaka kuyruk sallamıştır, mutlaka aranmıştır” zihniyetiyle yılmadan mücadele etmek demek.

Türkiye’de kadın olmak, cinsiyetinden ötürü her adımda hesap vermeye mecbur bırakılmak demek (...) Otobüste kadın tekmeleyen adamı, kadının boynunda sigara söndüren herifi serbest bırakmadı mı bu sistem?

Bu ülkede kadınların hepsi biliyor ki, yalnızlar. Ne emniyet ne yargı ne de toplum kadınların yanında. Kadınların yanında olan sadece diğer kadınlar. Kadın kadınalar bu savaşta (...) Bu böyle gitmez!..”

***

Haksız mı meslektaşımız? Ülkemde kadının gülmeye hakkı var mı?

Sokakta dolaşmaya (Hele hamileyse...) Örneğin, çalışmaya... Çok değil, aylar önce iktidar partisi temsilcisi ne demişti: “AK Parti gelene kadar bu ülkede kadın kelimesinin adı bile yoktu!"

Anlaşılan partisinin bir il başkanının “Başı açık kadın perdesiz eve benzer ya kiralıktır ya satılık” sözlerini duymamıştı.

Ya da bir hakimin, “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmemek lazım” demesini de!

Sonra ne oldu? İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi Türkiye!

***

Türkiye'nin kanayan yarası kadın cinayetleri hız kesmiyor ve katiller koronavirüs gibi can almaya devam ediyor. Her gün bir kadın öldürülüyor. "Onların katillerini anneleri değil, bu sistem doğurdu. İşte bu gerçeği bilip, üstüne yürümedikçe, göz yaşları sahte,

Tepkiler beyhudedir!” paylaşımını yapan Haluk Işık hocam sonuna kadar haklıdır. Kadına şiddette kapkara sicilli Hindistan ile beraber anılıyoruz. Bu satırları yazarken Buket Uzuner'in dizelerini anımsıyorum:

“İllâ ölmek mi gerekiyor bu memlekette senin de bir birey olduğunu, kadın olarak senin de insan olduğunu, bir tenin, bir kalbin ve miden olduğunu anlamaları için...”

***

Biz de diyoruz ki: “Türkiye’yi kadına yönelik şiddet utancından kurtarsa kurtarsa, özgür ruhlu kadınlar kurtarabilir!”

Kadınlar susmaz! Yılmaz da!..

“Kadının gücü masal değil, gerçektir!”

“Kadın güçlüyse toplum da güçlüdür!”

Şiddet, ayrımcılık da gören, canlarından olan, “Güneşi doğuran” kadınlarımızın mücadelesine, o gücüne saygı duyacağız. Günümüzde siyasi tercihle cinsiyetçilik “resmi ideoloji” haline gelse de; türlü mücadele platformunda her dem -ön saf almış- “Adamı Adam Eden” analarımızı, Kuvvacı ruhlu cesur kadınlarımızı -ayağa kalkıp- selamlıyorum, saygıyla anıyorum. Bekir Coşkun Ustamızın 15 yıl önce Dünya Kadınlar Günü'nde bir yazısı vardı; “Bir Kadın Gittiğinde”

O yazının final cümlesiyle bağlamak istiyorum bu yazıyı; “Bir kadın gittiğinde pek çok kişi gitmiştir aslında. Ve bir kadın gittiğinde pek çok ‘yetim’ bırakmıştır aslında…”