İktidarın “infaz düzenlemesi” adıyla hayata geçirdiği 11. Yargı Paketi, cezaevlerinin kapılarını açarken kadınların hayatını kilitledi. Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren düzenleme kapsamında on binlerce hükümlü serbest bırakılırken, kadınlar için yeni bir korku dönemi başladı. Kadın örgütlerinin haftalardır yaptığı uyarılar ise Diyarbakır’da yaşanan cinayetle birlikte bir kez daha doğrulandı. Bugün kadınlar, yasanın kendilerini değil failleri koruduğu bir düzende yaşamaya zorlanıyor.
AKP iktidarı tarafından TBMM’den geçirilen ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla yürürlüğe giren 11. Yargı Paketi kapsamında cezaevlerinden tahliyeler başladı. Düzenleme, 31 Temmuz 2023 ve öncesinde işlenen suçlar nedeniyle hüküm giyenleri kapsarken, hükümlülerin kapalı cezaevinden açık cezaevine ya da açık cezaevinden denetimli serbestliğe üç yıl daha erken ayrılmalarının önünü açıyor. İlk etapta 55 bin, birkaç ay içinde ise 115 bin kişinin tahliye edilmesi bekleniyor.
Deprem kaynaklı öldürme suçları kapsam dışında bırakılmış olsa da, kadın örgütleri özellikle kadına yönelik şiddet faillerinin fiilen bu düzenlemeden yararlanabileceği konusunda haftalardır uyarıda bulunuyordu. Bu uyarılar, Diyarbakır’da yaşanan cinayetle birlikte bir kez doğrulandı.
Daha önce “uyuşturucu ticareti” suçundan cezaevinde bulunan Okay Gür, 3 gün önce af kapsamında tahliye edildi. Gür, tahliyesinin ardından dini nikahlı olduğu 28 yaşındaki Rojda Yakışıklı’yı öldürdü. Öldürülen kadının cansız bedeni olay yerinden yaklaşık 3 kilometre uzaklıkta toprağa gömülürken, fail Jandarma Suç Araştırma Timleri’nin (JASAT) çalışmasıyla yakalandı.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun açıkladığı verilere göre 2025’in ilk 11 ayında 260 kadın erkekler tarafından öldürüldü, 267 kadın ise şüpheli şekilde hayatını kaybetti. İlk kez şüpheli kadın ölümleri, kadın cinayetlerini geçti. Kadınların en çok evlerinde ve en yakınlarındaki erkekler tarafından öldürüldüğü belirtildi.
Kadınlar ‘acil durum’ halinde
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu İzmir Temsilcisi Tülin Osmanoğulları, 11. Yargı Paketi ile birlikte başlayan tahliyelerin kadınlar üzerindeki etkisine dikkat çekerek, bu düzenlemenin bir “güvenlik değil cezasızlık politikası” anlamına geldiğini söyledi. Osmanoğulları, haftalardır sahada yaşanan panik halini, kadınların korunmak yerine saklanmak zorunda bırakılmasını ve devletin sorumluluğunu şu sözlerle anlattı:
“11’inci Yargı Paketi daha tartışılmaya başlandığı andan itibaren kadınlar için büyük bir tedirginlik kaynağı oldu. Kadınlar ve aileler çok ciddi bir kaygı yaşadı; telefonlarımız susmadı. İlk tartışma günlerinde dahi kadın katillerinin salıverilme ihtimali net değildi. Daha paket Meclis gündemine geldiği anda kadınlar da, bizler de neyle karşı karşıya olduğumuzu biliyorduk.
Çünkü kadınlar da biliyor, biz de biliyoruz ki bu failler yarım bıraktıkları işi tamamlıyor. Bu insanlar daha önce de izinli çıkıp kadınları öldürdü. Bu nedenle salıverilmeleri bir ödüllendirme gibi algılanıyor. Henüz paket tartışılırken kadınlarla sürekli temas halindeydik. Yasalaşmasının ve tahliyelerin başlamasının ardından ise korku ve kaygı katlanarak arttı. Birçok kadın gizlilik kararı alıyor, il değiştiriyor, elektronik kelepçe için acil başvuruda bulunuyor.
Ancak burada da ciddi bir sorun var: yeterli elektronik kelepçe yok. Ve ne yazık ki bu kaygıların boşuna olmadığı, Diyarbakır’da tahliye edilen bir failin bir kadını vahşice öldürmesiyle bir kez daha ortaya çıktı. Bu basına yansıyan tek örnek. Asıl görünmeyen, bugün birçok evde yaşanan şiddet.
Bunu pandemi döneminden biliyoruz. Pandemide de benzer şekilde tahliyeler oldu, failler evlere gönderildi ve şiddetin boyutu değişti. O dönem bize ulaşan kadınlar öyle ağır şiddet biçimleri anlatıyordu ki insanın aklı duruyordu. Bugün de benzer bir tablo yaşanıyor. Kadınlar gidecek yerleri olmadığı için çocuklarıyla birlikte bu şiddete maruz kalmak zorunda bırakılıyor.”
“Bana bir şey olmaz” diyen failler, sığınacak yer arayan kadınlar
Tahliyelerin ardından sahada oluşan tabloyu değerlendiren Osmanoğulları, faillerin rahatladığı, kadınların ise kaçış planları yapmak zorunda bırakıldığı bir süreç yaşandığını söyledi:
“Kadın katilleri ve kadına yönelik şiddet failleri açıkça şunu söylüyor: “Bana bir şey olmaz, ne olacak ki, üç-beş yıl yatar çıkarım.” Af denilmeyen ama fiilen af anlamına gelen bu düzenlemeler, faillerde olduğu kadar toplumda da cezasızlık algısını büyütüyor. Şiddete maruz kalan kadınlar ise “Şikâyet etsem ne olacak, cezaevine girip çıkacak, daha öfkelenip gelip beni öldürecek” diyor.
Bugün kadınların yürekleri ağzında. Gidecek yerleri yok. İzmir’de kadınların sığınabileceği alanlar yetersiz. Yasaya göre her 100 bin nüfuslu ilçede bir kadın sığınma evi olması gerekirken, bu yükümlülük yerine getirilmiyor. Büyükşehir Belediyesi’nin sınırlı sayıda, Bakanlığa ait birkaç sığınma evi var ama kapasiteleri son derece yetersiz. Üstelik özellikle Bakanlığa ait sığınma evlerinin koşulları çok kötü. Uzun süre bu sığınma evlerinde kalmış kadınlarla birebir temas halindeyiz. Oradaki koşullar nedeniyle şiddet gördüğü eve geri dönmek zorunda kalıp öldürülen kadınlardan söz ediyorlar.
Kadınlar bugün gerçekten korumasız ve savunmasız. Bizi arayıp “Ne yapabiliriz?” diye soruyorlar. Uzun vadede bu düzenlemelerin geri dönüşü olmayan sonuçlar doğuracağını biliyoruz. Pandemide yaşadık, şimdi yeniden yaşıyoruz. Pandemide evlerine gönderilen failler bir daha geri çağrılmadı ve sonuçlarını yıllardır görüyoruz.
Bugün basına yansıyan kadın cinayetlerine baktığımızda, faillerin neredeyse tamamının ağır suç kayıtları olduğunu görüyoruz. Bu tablo; kadınlar, çocuklar ve toplum için son derece vahim sonuçlar doğuracak. Kadınların gündemi yılbaşında da ne yazık ki değişmedi. Yine hayatta kalmaya çalışıyorlar.”
Önlem alınmıyor, sonuç değişmiyor
İzmir Barosu Genel Sekreteri avukat Zöhre Dalkıran, infaz düzenlemelerinin yıllardır sürdürülen cezasızlık politikalarının bir sonucu olduğunu vurgulayarak şunları söyledi:
“Ortaya çıkan manzara bilinen ve öngörülen bir durum. Türkiye’de kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin uzun süredir bir cezasızlık politikasıyla karşılandığını söylüyoruz. Failler açısından hiçbir zaman caydırıcı cezalar verilmedi, caydırıcı bir yargılama pratiği oluşturulmadı. Verilen cezaların infazında da çok ciddi sorunlar var. Türkiye’de sağlıklı işleyen bir infaz sistemi yok.
Gerek seçim vaatleri gerekse cezaevlerinin kapasitesinin çok üzerinde dolu olması gerekçe gösterilerek, hiçbir altyapı çalışması yapılmadan, artıları ve eksileri düşünülmeden, hukuk çevreleriyle ve kamuoyuyla kapsamlı bir tartışma yürütülmeden dönem dönem şartlı salıverme ve benzeri düzenlemeler yapılıyor. Bu düzenlemeler her zaman yeni sorunları da beraberinde getiriyor. Bu sorunların bedelini ise en çok kadınlar ödüyor: tedirginlik, korku ve ne yazık ki yaşam hakkının kaybı.
İnfaz sistemi ve yargının kadına yönelik şiddet karşısındaki sorumluluğunu yerine getirmemesi konusunda bugüne kadar çalışmalar yaptık, yapmaya da devam edeceğiz. “Biz söylemiştik” demek istemeyiz ama yaşananlar ne yazık ki öngörülebilir bir tabloydu. Çok üzgünüz. Kadın cinayetlerinin durdurulması için ne gerekiyorsa yapılması gerekiyor, her türlü önlemin alınması şart. Ancak çok acı olsa da bu önlemlerin alınmayacağını da öngörüyoruz.
Süreci hukuki açıdan değerlendiren avukat Zöhre Dalkıran, ortaya çıkan tablonun yıllardır uyarısı yapılan bir cezasızlık politikasının sonucu olduğunu ifade etti:
“Bu düzenlemeden geri adım atılacağını düşünmüyorum. Sonuçta infaz sisteminde bir değişiklik yapıldı ve bunun sonucu olarak cezaevinden insanlar çıkıyor. Ancak cezaevinden çıkan her insanı potansiyel bir suçlu, kriminal bir unsur gibi görmek de doğru değil. Bir hukuk örgütü olarak biz böyle bir yaklaşımı savunamayız.
Bizim itirazımız özellikle kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri söz konusu olduğunda gerekli önlemlerin ve tedbirlerin alınmamasına yöneliktir. Mesele, riskli alanlarda gerekli koruma mekanizmalarının işletilmemesidir.
Aslında verilen tedbir kararları uygulanırsa, mevcut yasal düzenlemeler kadına yönelik şiddeti önleyebilecek nitelikte. Elbette eksikler var ancak asıl sorun uygulamada. Karar verme süreçlerinde problem var, verilen kararların takibinde ve uygulanmasında çok ciddi aksaklıklar yaşanıyor. Sorun yasanın varlığından çok, etkin biçimde işletilmemesinde.”