Bu köşedeki 275. yazıdır ve büyük olasılıkla en az okunan yazı olacaktır. Çünkü yayınlandığı gün (sanırım, herhalde, büyük olasılıkla) CHP’nin adayları açıklanmış olacak, buna dair düşünce, söz ve tavırlar gündemin başköşesine oturacaktır. Beklenir ki, sosyal medya bataklığında ve kulislerin karanlık köşelerinde hatır ve hatıralar paçavraya dönmesin. Umulur ki, bu seçimlerin salt “yereli” değil, bir ülkenin genel kaderini belirleyecek, bundan sonrası için atılacak dönülmez bir adım olduğu gerçeği unutulmasın. İstenir ki, kişisel ikballerin değil, ahlak ve vicdanın yol göstericiliğinde, dünya görüşlerinin gereğince davranılsın. Göreceğiz, yaşayacağız…

19 Mayıs’ın yüzüncü yılına girdik. 19 Mayıs 1919 bir ülkenin kurtuluş ve kuruluş mücadelesinin miladıdır. İzmir bu açıdan, dünyada örneğine az rastlanır özelliklere, değere, anlama ve öneme sahiptir. 15 Mayıs 1919’da emperyalist azgınlığın kiralık güçlerince işgal edilmiş, ülkesinin ulusal kurtuluş iradesini tetiklemiştir. 9 Eylül 1922’de işgalden kurtuluşunu, savaşın bittiğini, bir imparatorluğun tarihin sayfalarında ve şimdi yeni bir ülke kurulacağını duyurmuştur. Bütün bunları yıl boyunca konuşacak, tartışacak, gönül ister ki üstümüzdeki yılgınlığı, ölü toprağını ve saldım çayıra aymazlığı silkeleyeceğiz. Not düşelim ki, şu ana dek bu yılı “Atatürk ve Gençlik Yılı” olarak duyuran, kapsamlı kutlama etkinliklerine hazırlanan Karşıyaka’dan ve belediyesinden başka bir yerden 19 Mayıs’ın 100. Yılına dair tek sözcük işitilmemiştir. Acaba seçim ve aday gösterilme-gösterilmeme telaşından mıdır?

İnsan sormadan edemiyor, siz hala yerel seçimi vaat, yerel yöneticiliği yalnızca yol yapıp kanalizasyon temizlemek mi olduğunu sanmaktasınız? Kente aidiyet, kent ve kentlilik bilinci, bizi bir arada yaşatan toplumsal tutkallar ve nihayet bu ülkenin geleceği ile geçmişe vefa-yarının kuşaklarına sorumluluk meselelerini nasıl halledeceksiniz? 19 Mayıs’la başlayan o muhteşem yürüyüşün hayatın her alanını belirleyen ve gelişmeyle kendini tanımlayan iradesini anlamadan ve anlatmadan, bugün kentinize ve ülkenize ait ne söyleyeceksiniz?

Bu soruların yanıtını vermek için, dünya görüşü-kent-ülke diyalektiğini kurabilmek, estetik ve düşünsel yetkinliğe sahip olmak, bilgi-görgü-entelektüel duruş birlikteliğini sağlayabilmek gerekmektedir. İzmir’de nicedir, hikâyecik anlatımının, hamasetle avunmanın ve magazine sığınmanın bu işlere yeterli olduğu sanılmış, belge bilgi üretimi bir avuç insanın, herkese ve her şeye rağmen çabasına emanet edilmiştir. Bu durum salt İzmir’in sorunu değil elbette. Adların, olayların ve olguların tartışılmazlığını şemsiyesi edinerek, bilimi, etiği ve inceliği rafa kaldırmak neredeyse bir dönem saplantısına dönüşmüştür. İlkeleri, tutarlılığı, duruşu unutarak verilen fotoğrafların, hangi mücadeleleri örselediğini, tümcelerin ve duruşların içini nasıl boşalttığını, elleri nasıl zayıflattığını ve nihayet karşı çıkılan olumsuzlukları nasıl doğallaştırdığını ve mevzi kazandırdığını görmek için, fazla çabaya gerek yok. Kuşkusuz hepsi kayıtlara geçiyor, tarihin sayfalarında yerlerini alıyor. İstedikleri kadar, her eleştiriyi çemkirmekle, akıl almaz suçlamalarla, sütun ekran boğmakla mahkûm etmeye çalışsınlar, gerçek budur.

İzmir’in önemini ve değerini vurguluyoruz diye, alay ediliyor ve suçlanıyoruz. Sıradanlaşmayı, bilgisizliği ve belgesizliği reddediyoruz diye, küçümseniyor alay ediliyoruz. Hani bir avuç insan diyoruz ya, söz gelimi İlhan Pınar gibi insanların “Hacılar, Seyyahlar, Misyonerler ve İzmir 1608-1918 ” adlı çalışmasından söz ediyoruz. Bir kentin genlerini, bilgisiyle, kaynakçasıyla öğrenin, dünü bugünle oranlayarak bilin de, yarınlarına dair iki kelamınız olsun diyoruz. Neyi öngördüğünüzü bilelim de, sizi öyle seçelim diyoruz. Çok mu şey istiyoruz?