İzmir’i görünür kılmak (3)

Abone Ol

Dünyanın “görünürlük katsayısı” hayli yüksek olan kentleri, bu özelliği nasıl kazandı? Bu sorunun yanıtı, somut örnekler üstünden verilebilir. İçlerinden Barselona’yı seçip baktım, çünkü İzmir’le mesela bir “liman kenti” olmak gibi ortak bir yönü vardı. Tarihsel açıdan iki kent de kadim bir saygınlığa sahipti. Başka? Kekeme tümceler kurmak, en az iki üç yazıyı bu kıyaslama için kullanmak istemiyorum, Barselona ile ilgili bilgiler elinizin altında, bir tuş ötenizdedir ve fakat bu harika kent hakkındaki bilgileri okumak için, en az bir iki saat ayırmanız gerekmektedir.

Ticaretinden turizmine, kültür sanatından mesela Barselona Futbol Kulübü’ne, tarımından uluslararası deniz-hava ulaşım merkezi olmasına, müzelerinden üniversitelerine, tarih bilinciyle gelecek tahayyülünü ve öngörüsünü harmanlayan duruşuna ve eylediklerine, “Biyoteknoloji Merkezi”nden ”Küresel Şehir” statüsüne, nihayet faşizm belasına direnişinden bugün Avrupa’nın en büyük ikinci fuar ve sergi merkezine dönüşmesine, sayısız uluslararası festival ve buluşmanın adresi olmasına. “Bir kent nasıl Barselona olur?” sorusuna bin bir yanıt bulmak için, iki yazıdır “Bir kent hayatın her alanını kucaklamasıyla ve o alanların birbirlerini belirlemesiyle kalitesini oluşturur” deyip durmamızın boşuna olmadığını görmek için, başka çare elbette yoktur.

Değerli dostlar, Barselona gibi kentlerin serüvenlerini, aşamalarını, onları bu sonuçlara ulaştıran gerçekleri bilmeden, bizim bunları neden başaramadığımızı-nasıl başaracağımızı akıl, bilim, sorumluluk, samimiyet ve sahicilik eleklerinden geçirmeden, yoz cehalet-kof hamaset ucuzluklarından kurtulmadan İzmir’i konuşmak ve görünür kılmak falan mümkün değildir. Kaybolan yıllar, buna dair de türlü örneklerle doludur. Bunların bir kısmı hazin, bir kısmı gülünç ötesidir.

Can sıkmak, keyif kaçırmak istemem ama mesela EXPO adaylığı zamanlarımızı anımsar mısınız? Benim anımsadıklarım “EXPO Şefi” ile avenesinin Kordon’da tuzlu balığı çekiçle kırarken attığı kahkahalar ile sonuçların açıklanacağı salonun kapısında hoplayıp zıplayan şaklabanların “Kazandık!” çığlıkları arasındaki parantezdedir. Elbette kazanmamıştık, elbette on dakikada havai fişekler sönecek, seksen kanalın süklüm püklüm spikerleri “Pardon, kazanmamışız” açıklaması yapacak ve biz birbirimizin yüzüne bakıp kalacaktık. Elbette EXPO Şeflerini bir daha İzmir’de görmeyecek, saçma sapan laflar dışında elbette “Biz bunca parayı, zamanı, emeği niye harcadık, bir bu yarışı niye kaybettik?” meali bir sorgulama yaşamayacaktık. Akdeniz Oyunları, Universiade Oyunları gibi işler mazide kaybolup gidecek, hatta fuarımız kent dışına sürülüp panayır tuhaflığına dönüşecek, Ahmet Piriştina ağabeyin “İzmir kongreler şehri olacak” temennisi güzel bir aksesuar olarak Lozan kapısını süsleyecekti.

Ve sevgili okurlar, tam ben bunları yazmaya, köşemi çatmaya, derdimi toplamaya, EXPO serüvenimizden örnekler vermeye çalışırken, haberi düştü, siz de okumuşsunuzdur. 3 Kasım’da Büyükşehir Belediyesinin düzenlediği ve konusu İzmir’in EXPO 2027 ev sahipliğini konu edinen bir çalıştay başladı. Bu EXPO “C Kategorisi” statüsündedir, Uluslararası Bahçe Bitkileri Üreticileri Birliği (AIPH) onayıyla verilmiştir ve 16 Nisan-2 Mayıs 2027 tarihleri arasında İnciraltı Kent Ormanında düzenlenecektir ve teması “Tek Sağlık”tır. Öğrendiğim ve anladığım şudur ki, İzmir ilk kez bir “Dünya Botanik EXPO’su”na ev sahipliği yapacaktır. Bir yandan ülkemizin bu alandaki öncü kenti kimliğiyle sahneye çıkacak, bir yandan “yeşil ekonominin vitrinini” oluşturacak, daha da önemlisi sağlığımızın doğanın sağlığıyla ilişkisi konusunda duyarlık ve farkındalıklar yaratacağız. Kısa bir bellek taraması, 2006’larda başlayan EXPO meydan savaşımızın, Aziz Kocaoğlu’ndan Tunç Soyer’e (Büyükşehire başkan seçilmeden önce, EXPO düzenleme komitesinin genel sekreteriydi), ondan da Cemil Tugay’a ve 2027’ye evrildiğini gösteriyor. EXPO’yu veren kuruluşun (AIPH) niteliğinden seçilen temaya, içeriğinden kentteki ve kentlideki karşılığına, pek çok şey konuşulacak ve tartışılacaktır.

“Görünürlük” açısından bakacak olursak, elbette bu tür düzenlemeler o kentler için paha biçilmez olanaklar anlamına da geliyor. İyi ama hangi olanaklar ya da İzmir bu olanağı nasıl değerlendirecek? Bir gecede bu ülkenin 6500 köyünün “mahalleye” çevrilmesiyle, tarımsal üretim alanları olan topraklarının imara açılmasıyla, imece ruhundan kültür ve sanata o köylerin mahvedilmesiyle işlenen suçların gereği yapılacak mı mesela? “Tek Sağlık” derken, bunlar da konuşulacak mı mesela?

Önümüzdeki hafta, söze bu sorulardan başlayacağız ve “görünürlük” ile “tercih/ler” sorunsalına kapı açacağız.