Cumhuriyetin kalesi...

Düşman işgaliyle birlikte Kurtuluş Savaşı'nın başladığı, işgalin sona ermesiyle savaşın bittiği tek şehir İzmir.

Kan, gözyaşı, on binlerce şehit, yokluklar, sıkıntılar  içinde geçen üç yılı aşkın bir zaman dilimi.

99  yıl önce bugün...

" Fahrettin Paşa atlı kolordusunu, Yunan Ordusu'nun kılıç artıklarını çiğneyip geçmek üzere İzmir yoluna düşürmüştü. Mürsel Paşa, Albay Zeki Bey, Albay Suphi Bey, Albay Şükrü Bey İzmir'e doğru önüne geçilmez biçimde başlayan yarışa doludizgin katılıyorlardı. Günde yalnız bir kez sulanan, durup dinlenmeden yemsiz yürüyen küçük gövdeli Anadolu atları üstünde Anadolu çocukları geceyi gündüze katarak Batı'ya koşuyorlardı.

İzmir'e yürüyen atlı tümenlerin kolbaşları, Eylül'ün sekizinci günü saat 11.00 sularında Manisa önlerine vardığında şehirden göklere yükselen kapkara duman yığınlarıyla yoğun yalımları görünce duraladılar.Sonra düzenli olarak şehre girdiler."

Böyle anlatıyor Hasan İzzettin Dinamo 'Kutsal Savaş' adlı kitabında bir gün öncesini.

Manisa'yı da Ali Fuat Cebesoy'un anılarından okuyalım;

"8 Eylül'de düşman istilasından kurtulan Manisa, işgal yıllarında çok acı çekmişti. Yunalılar şehri boşaltırken, baştan başa tarih olan bu şehri ateşe vermişlerdi.

Biz tren istasyonuna girdiğimiz sırada yunan esirleri muhafaza altında kışlaya götürülüyorlardı. Birden bire ortalık karıştı. Çarşaflı bir Türk kadınının dişi bir kaplan gibi Yunan askerlerinden birinin üzerine atılıp, altına aldığını ve boğazına sarıldığını gördük. Muhafızların gayretiyle esir güçlükle ölümden kurtarıldı.

Biraz sonra hadiseyi öğrendik. Bu Yunan askeri kadının evini yakmış, tecavüz korkusuyla evden çıkamayan kadının genç kızı yanarak hayatını kaybetmişti. Evladının şehadeti üzerine bir çılgın gibi dağlara kaçan zavallı anne, ordumuz Manisa'ya girince dağdan inerek, kızının katilini aramaya başlamış, yunan esirleri teker teker incelemişti. Bizim istasyona ulaştığımız anda katil Yunan askerini görmüş, onu öldürmek üzere üstüne atlamıştı..."

Peki aynı tarihte İngiliz işgali altındaki İstanbul'da neler oluyordu:

İşgal kuvvetleri komutanları toplantıda Türk Ordusunun İzmir'e doğru ilerleyişini gösteren haritanın başındadır. General Charpy, (Süvariler yarin İzmir'e girer) der.İlave eder;

"Bu hızla piyadeler de... On dört gün içinde iki yüzelli bin kişilik bir orduyu hemen hemen yok edip, 400 kilometre yol almak olağanüstü bir olay."

Harrington üzüntülü bir sesle; "Tarihin en büyük çöküntülerinden biri bu.Bunu gerçekleştiren ordu, birkaç gün sonra Çanakkale'de tarafsız bölge sınırına dayanacak."

"O zaman ne yapacağız?"

"Hamlet'in dediği gibi; İşte sorun bu..."

Sorun falan yoktu. Ebedi Başkomutan sorunu yıllar önce çözmüştü;

"Geldikleri gibi giderler."

Mustafa Kemal Paşa, savaş sonunda, İsmet Paşa ve Fevzi Çakmak' şöyle diyordu; "Davamızı görüşme yoluyla çözmek için her yola başvurduk. Yusuf Kemal Bey'i, Fethi Bey'i Avrupa'ya yolladık. Barış istememizi zaafa yordular. Sonuç alamadık. Vatanımızı kurtarmak için silaha sarıldık. Bu dehşeti atlattıktan sonra bir gün Yunanistan'ın da gerçekleri anlayacaklarını ve dost olacağımızı düşünüyorum. Çünkü bizim insanımız kinci değildir. Barışın değerini bilir. Barıştan güzel ne var?"

Bu güzel günde Ebedi Başkomutan, ulu önder Atatürk'ü, Onun silah arkadaşlarını, tüm şehitlerimizi saygı ile anıyor, aziz hatıraları önünde minnetle eğiliyorum.