“İnsan, Tanrılarla hayvanlar arasındaki yolda kararsız bir dengede gidip gelen bir canlıdır.”

Son dönemde yaşadıklarımız, geçmişte zihnimin bir köşesinde kalmış bu sözü getirdi aklıma. Antik çağ filozoflarından biriydi fakat kim olduğunu hatırlayamadım.

İnsan, kimi zaman tanrılara atfedilen yüksek erdem ve adalet örneği sergileyerek tanrılara yaklaşır, kimi zaman içgüdüleriyle hareket ederek hızla aksi yöne doğru koşar. Bu yolda hangi güzergahı seçeceğimiz bizim elimizde olsa da bazen yaptığımız seçimlerin bizi hangi yöne yaklaştırdığını sonradan kavrarız. 

Binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce ve nihayetinde milyonlarca sığınmacı hayatta kalabilmek, çocuklarını vahşetten kurtarabilmek için kapımıza dayandığında, arada aykırı sesler çıksa da, büyük bir erdemlilik örneği sergileyerek kapımızı açtık. O minicik yüreklere, evlatlarına kol kanat geren analara yaşadıklarını unutturmak, yeni bir hayat, güzel bir gelecek verebilmek için var gücümüzle çalıştık. Onların ucuz iş gücü olduğunu keşfettiğimizde daha bir sahiplenici olduk. Bir biri ardına sivil toplum örgütleri kurup, Avrupa Birliği'nin süslü başlıklarla dağıttığı binlerce euroluk hibeleri alarak onları rehabilite etmeye, topluma entegre etmeye gayret ettik. Tüm dünyaya ne kadar erdemli bir toplum olduğumuzu gösterdik. 

Sonra işin rengi değişmeye başladı. Namlunun ucu bize döndü. Aslan gibi evlatlarımızı art arda toprağa vermeye başladık. Bizim gibi 'küçük' insanların anlayamayacağı hesaplar yüzünden bir anda 'gidin' dedik. Açtık tüm kapıları. Türkiye'nin her yerinden otobüslere doldurup sınıra bıraktık. Tel örgülere sürdük, lastik botlara doldurduk. Aylan bebek kıyıya vurduğunda hissettiklerimizi unutup, kundaktaki bebekleri, hamile kadınları, genci yaşlısı tüm milletlerden sığınmacıları Yunan askerinin namlusuna doğru sürdük. Gitsinler dedik, istemiyoruz dedik.

Kararsız bir dengede gidip geliyoruz. Şimdi biz bu yolun ne tarafındayız?

***

Gelelim ötekilere. Demokrasinin, insan haklarının, özgürlüğün merkezi olduklarını iddia edenlere... 

Rob Riemen 'Çağa Karşı Koymak' kitabında şöyle diyor; İnkar olgusunun parametrelerinden biri, kelimeleri değiştirmenin gerçekleri de değitireceği fikridir. ... 'Faşizm' kelimesi de günümüz politikasıyla ilişkili olduğu oranda Avrupa genelinde bir tabu teşkil eder. Aşırı sağ, radikal muhafazakarlık, popülizm, sağ popülizm; tamam ama ya faşizm?” ve Riemen ilerleyen sayfalarda sözlerini şöyle sürdürüyor; “Gerçeği inkar etmek mikroba başka bir ad takmakla yetinmek bizi ona karşı dirençli kılmayacaktır. Aslında durum tam tersidir. Sağlam bir savaş vermek istiyorsak, öncelikle bu mikrobun toplumsal bedenimizde yeniden etkin hale geldiğini kabul edecek ve esas adıyla hitap edeceğiz: faşizm.”

Bize, onlara göre 'doğu'ya, 'ortadoğu'ya demokrasi, insan hakları, uluslararası hukuk dersi vermeye kalkanların yaptıkları tam da budur; faşizm!

***

Son olarak tarihten bir sayfa. 1942 yılında 40 bin Avrupa vatandaşı Suriye, Mısır ve Filistin'de kurulan mülteci kampları sayesinde hayatta kaldı. 1942'de Ortadoğu Yardım ve Mülteci İdaresi (MERRA), binlerce Avrupalıyı Suriye, Mısır ve Filistin'de kurulan kamplara yerleştirmişti. Savaş süresince bu kamplarda yaşayan Avrupalı mülteciler savaş yıllarının ardından evlerine geri döndü.