Fotoğraflar vardır. İnsanların zihinlerine kazınmıştır.

Yıllar geçse de unutulmaz, hep gözler önündedir.

Bu dünyada da böyledir, ülkemizde de böyle.

Mülteci kampındaki Afgan kızının korku dolu gözleri, Vietnam'da Amerikan bombardımanı sonrası çıplak kaçan Vietnamlı çocuk, Çin'in Tiananmen Meydanı'nda tanka karşı dimdik duran Çinli protestocu ve daha niceleri... Hepsi hala gözlerimizin önündedir.
Ülkemizde de böyle unutulmayan fotoğraflar vardır.

Bodrum'da karaya vuran Ayla bebeğin görüntülerini unutmak mümkün mü?

Ya Kıbrıs'ta bir küvetin içinde katledilen Binbaşımızın ailesi? 12 Eylül faşiziminde yaşı büyültülerek idam edilen Erdal Eren'in gözlerini hatırlardan çıkarmak mümkün mü?
İşte bu hüzün dolu fotoğraflara bir yenisi daha eklendi yılın son günlerinde ülkemizde.

Söz edeceğimiz ilk fotoğraf bu.

Bu toprakların yetiştirdiği iki güzide insan, gerçek vatansever, iki sanat duayeni Metin Akpınar ve Müjdat Gezen bir mahkeme koridorunda yerleştiler fotoğraf karesine...
Birinin elinde ucundan ısırılmış bir tost vardı.

Belli ki sabahın köründe kahvaltısını yapamadan polis marifetiyle adliyeye getirilmişti.

Diğerinin elinde ise ilaçlarını içmek üzere aldığı bir su şişesi.

Her ikisi de seksenli yaşlarını karşılamak üzereydiler.

Dudaklarında hafif bir tebessüm, gözlerinde hüzün vardı. Bu ülkenin göz bebeği sanatçılara reva gördüğü uygulamayı kederle izliyorlardı.

Ve bizler o fotoğrafı gördüğümüzde bir kez daha kahrolduk.

Bu sıradan bir adliye fotoğrafı olmaktan çıkmış, Türkiye'nin yıllarca unutulmayacak utanç tablosunu oluşturmuştu.
Vakar içinde bekliyorlardı. Belki tutuklanacak, zindana atılacaklardı. Yüzlerinde en ufak bir korku yok, yalnızca hüzün vardı...
Gelelim ikinci fotoğrafa...

Aslında böyle bir fotoğraf yok. Sosyal medyada da yayınlanan ya da paylaşılan bir olay da değil. Benim, yayınevlerinin basmak istemediği üçüncü kitabımdan bir alıntı yalnızca. Alıntıyı okuduktan sonra fotoğrafı zihninizde canlandırabileceğinizi umuyorum;
''1980'li yıllar...

Recep Tayyip Erdoğan 30 yaşında Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olmuştur. 1986 ara seçimlerine ise milletvekili adayı olarak katılmıştır.

Sonuç hüsrandır. Ama olsun şimdi sırada İstanbul Belediye Başkanlığı vardır.

Erdoğan için burada da sonuç değişmez.

Yine kaybetmiştir. Bu kez İlçe Seçim Kurulu Başkanı Hakim Naci Özcan'a hakaret ederek (sarhoşsun) der. Hakim Özcan'ın şikayeti üzerine Erdoğan hakkında 18 aydan 2 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılır.
Beyoğlu 1'inci Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen davada savcıya ifade veren Erdoğan, tutuklanması talebiyle adliyeye sevk edildiğini öğrenince mahkeme koridorlarından hızla kaçar! Avukatı Zeyit Aslan'dır. Bir dönemde kamuoyunun yakından tanıdığı Zeyit Aslan...

TBMM'nin bahçesinde uyuklarken resmini çeken kadın gazeteciye (Ben sizin bacak arasını çektirip gazeteye bastırsam) diyen, Meclis salonunda milletvekillerine ana-avrat küfür eden, Adalet Komisyonu'nda Yargıç Ömer Faruk Eminağaoğlu'na uçan tekme atan Zeyit Aslan...
İşte bu aslan o yıllarda Erdoğan'ın avukatlığını yapmaktadır. Adliye koridorlarında polisleri gören Aslan telaşlanır;
''Reis, hemen gitmemiz lazım buradan! Savcı tutuklama talebinde bulunacak!'' der.
Tabanlar yağlanır, süratle merdivenlere yönelirler, koşar adım adliyeden uzaklaşırlar. Erdoğan bir müddet ortalıkta görünmemeye karar verir.
Birader Mustafa Erdoğan, aynı gün 'Bacanak Birahanesi'nin sahibi Kudret'den abisinin durumuyla ilgilenmesini söyler. Bu kişi adliyede tanıdıkları olan bir şahıstır.

Telaş edilmemesi söylenir; en fazla bir hafta sonra tahliye edilecektir Erdoğan. 27 Nisan 1989'da Erdoğan tutuklanarak Bayrampaşa Cezaevi'ne gönderilir.

Avukatı bu kez Şevket Kazan'dır. Erdoğan cezaevinde yattığı bir hafta boyunca koğuşa bile girmez, revirde istirahat eder. 500 bin lira kefaletle tahliye edilir. Hakime hakaret suçuyla 6 ay hapis ve 20 bin lira para cezasına çarptırılır. Hapis cezası ise 920 bin lira para cezasına çevrilerek tecil edilir.'
İşte size iki adliye koridoru fotoğrafı. Yorum sizlere ait...