Onlara dair çok mürekkep harcandı, çok kelam edildi, dahası da gelecektir. Öyle ya, solumsu ve sayılı günler dışında, 60 yıldır bu ülkeyi yönetiyorlar. Adları kimi zaman “Milliyetçi Cephe”, kimi zaman “Dört Eğilim Buluşması”, kimi zaman “Darbe Hükümeti” vs olarak değişse de, tıynetlerin kim günü biri kimi gün öteki ağır basıp, dümene geçse de, bu gerçek hiç değişmedi. Bakmayın kendi aralarındaki kayıkçı kavgasına, çıkar itişmesine, ikbal ve iktidar çekişmesine. Ahvallerini anlatan en özlü beyanlardan ya da itiraflardan biri şu sözdür: “Biz içerideyiz, düşüncemiz iktidarda.”

Kimi zaman şovenist, kimi zaman dinsel, kimi zaman militarist renkleri öne çıksa da, durum hiç değişmedi: Sola ve temsil ettiği değerlere, sözlere, teklif ve temennilere kıyasıya düşmanlık ve itibarsızlaştırıp yok etme politikası.

Öyle ya, liberalimsi çıkışlara bile tahammül edemeyen bu ortaklık, sola nasıl yaşam hakkı verebilirdi? Tarihleri, liberal laylaylomlarla kendilerine payanda olanların, kullanma süreleri dolduktan sonra atıldıkları bir çöplüğü de anlatır. Bakınız, kandırılmışlık duygusuyla ayakları suya değenlerin, pişmanlık sızlanmalarına. Oysa bu arkadaşlar, mürekkep yalamanın, aydın olmanın biraz da, örneğin Yakup Kadri’nin “Yaban”ını okuyup, Cevat Fehmi’nin “Harput’ta Bir Amerikalı”sını izlemekten ve onların niye yazıldığını düşünmekten geçtiğini bilebilselerdi. Özetlemeye çalıştığımız bir koalisyonun getir götür işlerini “entelektüellik” sananların, şimdi atıldıkları köşelerdeki halleri, esef verici birer ibrettir.

Bu hercümerç içinde, sola yüklenmenin, hesap sormanın, silkelemenin, günah keçisi hale getirmenin ve bu korkunç koalisyonun bir parçası haline gelmenin bir alemi yoktur. Elbette “muhalefete muhalefet etmenin” ferah, risksiz, kaskosuz konforunu, muhaliflik, solculuk, entelektüellik saymıyorsak. Bugünler de pek modadır malum. Ama bu noktada biz sol deyince ne anlıyoruz, onu belirtmezsek, yazı da düşünce de “sade suya tirit”ten öteye geçmeyecektir. Geçenlerde sorduklarında şöyle bir yanıt verdim, aynen yineliyorum:

Ben SOL'un, etnik köken rampalarına, şovenist sapmalara, mücadeleyle terörü birbirine karıştıran insansızlıklara, sınıf bilincini çarçur edip unutmalara, örgütlenmelerin içini boşaltmaya, dürtükleyiversen faşistten daha faşist olacak saçmalıklara, paradigma vertigolarına, sosyal içerikli Fetoların müritliğine, yurtseverliği aşağılayarak enternasyonalist olduğunu sanmalara, çıktığı kabuğu ve bu toprağı reddederek oyalanmalara, kristalize edilip paramparça hale gelmelere, ettiği söylediğine uymamalara, feodalizme, şeyhliğe şıhlığa ağalığa dair sus pus olmalara, bir de bütün bunlara kılıf ve gerekçe aramalara YÜZ VERMEYENİNİ severim.”

60 yıldır memleketin başına çökmüş koalisyonun en büyük payandası, solun kerterizlerini unutup, sızlanma ve sapmaların acınası örneklerini sunanlardır desek, çok mu iddialı olur? Bu saçmalıklarınızla, solun en büyük erdemlerinden olan “itiraz ve mücadele kültürünü mahvettiniz” desek, çok mu ağır bir suçlama olur? Tespit ve teşhis tamam da, ne yapmalı? İşin bu yanını, önümüzdeki yazıya bırakıp, kelamı toparlayalım.

Her açıdan perişan haldedirler. Çekip gitmekten, yarattıkları cehennemden kaçıracak kan denizinden ve terör fırtınalarından başka çareleri yok. Verecekleri bir hesap, insanlığa bırakılacak “bir daha asla!” borcumuz var. İşte şimdi bu gerçeğin korkusunu, her türlü suçla ve lafazanlıkla örtme çabasındalar. Sağın bin bir debelenmeden sonra, her renkten payandası ve işbirlikçisiyle, topyekun iflas ve sefaletine tanıklık yapıyoruz. Muhataplığı unutmamak, müdahil olmayı ertelememek, artık vaz geçilemez, ertelenemez bir insanlık borcudur. Yarattıkları kan denizi, bu güzelim memleketi boğmamalıdır. Büyük bir sınavdan geçiyoruz ve dersimizin adı yurtseverliktir. Emperyalist terörün tedarikçisi, umutsuzlar ve saf dillilerdir. Önce bunu iyice anlayalım.