9 Eylül Gazetesi'nin değerli okurları ve de bu köşemin yakın takipçileri gayet iyi bilirler ki; daima “gerçeklerle hayalleri” birbirinden ayırarak yazmaya çalışırım. Çünkü “gerçekler, hayallerden daha güvenlidir”. Kaygı, korku, endişe ve stres içinde kapalı devre bir hayat geçirdiğimiz şu dönemde bu ve benzeri sözleri duymaya o kadar çok ihtiyacımız var. Nitekim eğitimci ve ressam dostum Tuğrul Tabakoğlu’nun gönderdiği “İnsanı insan yapan, çevresindeki güzellikleri görebilmesidir” şeklindeki mesajı da bir terapi niteliğindeydi…

***

Ben bu satırları kaleme aldığım saatlerde Ege Denizi’nde, Girit Adası’nda 6.3’lük bir deprem gerçekleştiğini duyunca aklıma gelen ilk isim dostum İbrahim Yüncü oldu…

Ailesi Girit’ten göçen ve 1944 yılında da İzmir’de doğan İbrahim Yüncü, benim 65 yıllık mesleğim süresince İzmir’ de Eczacılıktan tutun Tenis, Atlı Spor, Altay olmak üzere spor kulüplerinin yöneticiliklerinin yanı sıra sanata düşkünlüğü ve sosyal medyada devamlı karşıma çıktı. Çok emek sarf etti; ama onun bu emeklerinin karşılığını alan bir hikâyesi de var tabii.

***

Bu hikâye rahmetli babası ve büyüklerinden duyduğu kadarı ile 13 Ağustos 1921 tarihinde İzmir Vilayet makamından aldığı oturma izni ile başlıyor. İzmirli olmanın gururu ile yaşadığını her fırsatta Tekrarlayan İbrahim Yüncü, o günkü İzmir ile bugünkü İzmir’in farkını şöyle anlatıyor: “İzmir, Balkan ya da Girit Göçmenleri'nin yoğun yaşadığı bir kentti. Şimdi Doğu’dan gelen göçler oldu, onlara kucak açtık.”

Çocukluğu Köprü semtinde geçen, ortaokulu bitirene kadar orada yaşayan İbrahim Yüncü, Ayşe Mayda hanım, Süleyman Ferit Eczacıbaşı, Behçet Uz’u tanıdığı ünlü isimler arasında sayıyor, o günün farkını da şöyle özetliyor: “Mahallede bir sıkıntı varsa bu kişiler bir şekilde bilirler, çözmek de onların görevi olurdu. Süleyman Ferit Bey’in eşi Saffet Hanım elinde bastonu ile ev ziyaretlerine giderdi. Yıllar sonra bir gün Emine Çizgen Akat bana “Sosyal hizmetleri Saffet Hanım’ın tezgâhından geçerek öğrendim!” dedi. Ne güzel, herkes birbirine yol gösterirdi.”

İbrahim Yüncü, 1950 ihtilalinde taşındıkları Alsancak’ı da şöyle anlatıyor::”Caddeler boş, Kıbrıs Şehitleri Caddesi'ne o zaman Mesudiye Caddesi denirdi. Bakkal, kasap, manav sadece orada vardı. İnsan dokusu ise Levanten, Rum ve çok az da Ermeni arkadaşlarımız kalmıştı.”

İbrahim Yüncü, futbola başlayışını da şöyle özetliyor: ”Türk Koleji’nde ilk yılımı yatılı okudum. Evim okula 200 metre mesafedeydi. Babam rahmetli olunca ailem evin mateminden uzak kalmamı istemişti. Futbola aşırı ilgim vardı. Zayıf, çelimsiz fiziğim kalecilik için uygundu. Büyük sınıflardan bir ağabey geldi, ‘ertesi gün okulu ekip troleybüsle Göztepe sahasına gelin’ dedi. Heyecanla okulu ektik! Salhane’de Musevilerin takımı vardı, onlarla maç yaptık. Hakem rahmetli Abbas Güçlü idi. Tam 7 gol yedim, bizimkiler de 2 gol attı. Ertesi gün derse almadılar. Disiplin Kurulu kapısında bekledik. Öğlen serbesttik arkadaşlarla bir araya geldik. Sanki gol yemedik, günlerce attığımız 2 golü konuştuk!”

Yüncü nün anlattığı Alsancak günlerini de şöyle; “1964’e kadar Kordon’da iki katlı tipik evler vardı. Her evde yaşam aynı ve kendi kabukları içinde yaşanırdı. Tek sosyal faaliyet Tayyare Sineması idi. Salonda kulağımıza Türkçeden ziyade İtalyan, Fransız, İngiliz ve Rumca konuşmalar gelirdi. Orijinal filmler gösterilirdi. İzmir’de Nato nedeniyle Amerikalı askerler fazla idi. Kahramanlar semti civarında sadece onların girebildiği sinema vardı. Arkadaşlarımızdan bazıları Nato subaylarının kızları ile evlenip ABD’ye gitti. Örneğin, okul basketbol takımında oynayan Atalay Yalaz gibi... Amerikalılar arasında da çok iyi basket oynayan asker vardı... Profesyonel olarak Altınordu takımda oynuyordu. Ben İstanbul’da okurken deplâsmana geldiklerinde Süha Tanık’la birlikte mutlaka maça gider onları alkışlardık.”

İbrahim Yüncü Eczacılık mesleğini seçmesini de anlatmadan geçemedi: “Aile büyüğümüz bir Albay eczacı idi, bana hep eczacılık öğütleri verirdi. Sonunda dileği oldu. İkiçeşmelik semtinde Agora Eczanesi’nde mesleğe ilk adımı attım. Çok gençtim, eczaneye gelenler ‘eczacı yok mu?’ diye soruyordu!”

İbrahim Yüncü 80’li yıllarda Atlı Spor Kulübü’nde görev almış, Özellikle Turgut Koyuncuoğlu, Nevzat Özgörkey, Herve Giraud ile antrenör Nihat Bingöl ve de Sabri Sarıyer’in hizmetlerini öve öve bitiremiyor. Hele efsane Spor Bölge Müdürü TÜSAD İzmir Şube Başkanı Bahri Vreskala’nın “7’den 77’’e spor” sloganını hiç unutamamış. Altay’ın Gaziemir’deki tesisleri için Vali Kutlu Aktaş’la yaptığı temaslar sonunda Maliye Bakanlığı’ndan araziyi almasında Bahri Vreskala’nın rolü büyük olmuş…

Amatör sporların, profesyonel sporların alt yapısı olduğunu belirten İbrahim Yüncü’nün şu altın sözleri ile yazımı noktalıyorum;

“Gençler Cumhuriyetin değerlerinin farkında olmalı, kendinden sonra gelen nesle de bunu fark ettirmelidir.”

“Yaşamın sırrı ne diye sorsalar, inovasyon yeteneği olan akla sahip olmak derim. Bu nedenle sorun, danışın, öğrendiklerinizi paylaşın..”