İngiltere’de, biletsiz trene binerken yakalanan, geçim sıkıntısı çeken genç bir avukat, dürüstlüğü ihlal etmekten dolayı meslekten çıkarılmış. “Law Society” gazetesinin aktardığı şu gerekçeye hepimiz katılırız: “Hukukçular, dürüst olmak, her davranışında dürüstlüğe hassasiyetle riayet etmek zorundadırlar. Avukatın özel hayatına ilişkin olsa da trene biletsiz binmek, dürüstlük ilkesine aykırıdır. Dürüst olmayanların adalet hizmeti vermesi ve hukukçular camiasında yer alması doğru değildir.”

Ancak Türkiye'de böyle durumlarda, “Suç konusu menfaat küçük, affetmek daha iyi olur. Uyaralım, bir daha yapmasın” diye düşünülür. Oysa İngiltere'deki uygulama Türkiye'de olsaydı avukatların çoğu meslekten çıkarılmış olurdu. Özelikle mesleğinin başlarında, geçim sıkıntısı çektikleri dönemde çoğu avukat, kirasını veya ekmeğinin bedelini müvekkil parasıyla ödemiş, bir kısmı müvekkilden aldığı iş avansını harcamış ya da tahsil ettiği parayı müvekkile hiç ya da zamanında ödememiştir. Küçük bir şehirde baroda yönetim kurulu üyesi olan bir avukatın avansını aldığı işi hiç yapmamış olduğu, “Yaptım” diye yalan söylediği iki yıl sonra ortaya çıkmış, hakkındaki şikâyetten, aldığı parayı iade etmesinden başka sonuç çıkmamıştı.

Ellerimle yetiştirdiğim bir avukata büromda yönetim yetkisi vermiştim. İşlerini yaptığı yabancı müvekkillerin hesaplarına sahte belgelerle gerçeğe aykırı kayıtlar girerek önemli bir miktar parayı zimmetine geçirdiğini tespit ettiğimi ve hesap soracağımı öğrendiği gün bürodan kaçıp gitmişti. Müvekkillerimin zararını kuruşuna kadar tespit ettirip tazmin ettim. Avukat hakkında, hiç kurtuluşu olmayan bir emniyeti suistimal davası açıldı. Fakat sözde 'merhametli' ağır ceza mahkemesi formalite icabı bir yargılama sonucu sudan gerekçelerle beraat ettirdi. İş mahkemesi ise işyerinden kaçmış olan avukatı haksız olarak işten çıkardığıma ve yüklü bir tazminat ödememe karar verdi. Ev alması için borç verdiğim 100 bin euroyu da 'prim vermiştir' diyerek iç ettiler. Bu adi suçun üstünü örtmediğim, dürüstlük ilkesinden ödün vermediğim için yaklaşık 1 milyon euro zarara uğradım. Dosyam yıllardan beri istinaf mahkemesinde sırasını bekliyor. Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) Başkanı olan Adalet Bakanı’na yazdığım, kurşundan daha ağır mektuba ise bir cevap bile verilmiş değil.

Öte yandan beraat ettirdiği adamın otelinde alem yapan, azılı uyuşturucu sanığını rüşvetle tahliye eden, apaçık rüşvet isteyen, duruşmaları kovboy gibi yöneten, “Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararına uymam” diyen hâkimler, göreve devam ediyorlar. İngiltere'de ise fahişe kaldırmak için Londra’da kaldırım kenarında araba süren bir başsavcı, meslekten ihraç ediliyor.

İçine idrar kaçan bir göletin suyu ne kadar temizdir ve gönül rahatlığıyla içebilir? 85 milyon içinde küçük bir gölete benzeyen hukukçular camiasında küçük de olsa kirlenme nasıl hoş görülebilir? Küçük görülen şeyler damla, damla birikerek kocaman bir göl olmaz mı? Ülkeyi pisliklerden temizlemekle görevli olan hukukçular camiası önce kendisi temiz olmak zorundadır. Bunun için mesleğe yeni katılanların ter temiz olması, kir bulaşmadan atanması, camia içindeki pisliklerin gözlerinin yaşına bakmadan ayıklanması şarttır.

Hukuk camiası ve HSK bunu kendiliğinden sağlayamaz. Siyasi bir kurum olan Adalet Bakanlığı’nın soruşturma izni vermek suretiyle sürece dahil olması zaten yanlış ve kir üretici niteliktedir. İngiltere'de olduğu gibi, hiç kimsenin, özellikle de siyasetin etkisi altında olmayan, bağımsız bir düzenleyici kurum olması şarttır. Bu düzenleyici kurum, hukukçulara ve meslek kuruluşlarına, dürüstlük ve diğer ilkeler konusunda hesap sorabilmelidir. Meslek kuruluşları da mesleğe kabul edilme sürecine ve kararlarına aynı gerekçelerle müdahil olmalıdır. İşte o zaman yargı camiasında taşlar yerli yerine oturacak, hâkim ve savcıların da bağımsız meslek kuruluşlarına sahip olmaları gerektiği, her bir meslek kuruluşunu bağımsız ama benzer şekilde çalışır, denk yetkilere sahip olarak teşkilatlandırmak ihtiyacı kendiliğinden ortaya çıkacaktır.