Siyasal, bilimsel ya da yazınsal herhangi bir konuda yazılı olarak yapılan sert tartışma, kalem kavgasıdır. Söz dalaşı olarak da tanımlanır. İt dalaşıyla benzerlikler taşırsa da, birincisi için kâğıt kalem (ekran, mikrofon, panel masası), çarçur dilecek zaman ve kan tutkunu tribünler, ikincisinde deposu ve cephaneliği dolu bir ölüm makinesi, egzozunuzla mahvedeceğiniz gökyüzü parçası ve bir düşman uçağı-pilotu gerekir.Yunanca polemos (savaş) ve polemikos (savaşçı) sözcüklerinden gelir. Onsuz yapamayanlara polemist ya da polemikçi denir. Bir gerçeğin ortaya çıkmasını amaçladığı gibi, bir inanç ya da yapı kurma-oluşturma çabası olarak da görülür. Kimine göre çözüme-sonuca yönelik bir amacı yoktur ve polemikçilerin kendini göstermek ya da gündemde tutmak için kopardıkları kuru gürültüdür. En çarpıcı örnekleri ve şahsiyetleri, tribüne muhtaç olduklarından siyaset, basın, spor ve sanat alanlarında boy gösterir. Homo Sapiens’ten Homo Polemikos’a evrilmiş, tahammül ötesi bir canlı türüdür ve yalnızca insan familyasında yer alır. Normal bir canlının genel gereksinimleri olan barınma-beslenme-üreme gibi şeyler ona yetmez. Ekosistemi polemikten oluşur ve ortamından koparırsanız, pili çıkmış oyuncaklaradöner. Bu nedenle polemikçi, bir süre sonra psikolojinin radarına yakalanır. Çünkü karşımızda, ciddiye alınması gereken bir hastalık ve ondan yakasını kurtaramayan biri vardır. İletişim Bilimleri alanında da irdelenen mevzu hakkında, İÜ’den Prof. Dr. Nilüfer Sezer ve Prof. Dr. S. Ece Karadoğan’ın “Etkili İletişim Bilgileri” adlı ortak çalışması önerilir.

Polemik sorununu laf olsun seçmedim. Bakmayın buraya kadar dalga geçtiğime, birçok akım, yol, yöntem ve yapıt var oluşunu, biraz da üretim odaklı polemik fırtınalarına borçludur. Günümüzün bilgiden, entelektüel birikim ve duruştan, zekâ ve yaratıcılıktan uzak dalaşmalarına, daha fecisi al gülüm-ver gülüm kayıkçı kavgalarına bakıp, bu gerçeği çöpe atmaya hakkımız ve haddimiz yoktur. Politika bataklığında yaşananların siyasal yetkinlik ve liyakatten, dünya görüşünden ve bilimden uzağa düşüp, kumpasa, kasete, tehdide, küfür ve şiddet diline dönüşmesinin bir nedeni, polemiğin yerini pespayeliğe bırakmasıdır. Sanat cenahında yaşanan polemiklerde de aynı nitelik ve nicelik kayıpları kıyasıya sürmektedir.

Bu dalaşmaların hemen hepsi, bir manifestodan, öngörüden, arayıştan ve nihayet yapıt değerlendirmesinden nasipsizdir. Yakın bir örnek olarak, Nazım Hikmet’in “Putları Yıkıyoruz” diyerek başlattığı, sanat anlayışı ve algısı üstünden kurguladığı itiraz ile putların yüz kızartıcı ithamları ve nihayet ihbarcılığa varan aşağılık tavırları arasındaki farkı gösterebiliriz. Bugün edebiyat tarihinde adı geçen ve geçmesi gereken birçok adın, nasıl olup da bu kadar seviyesizleştiğini görmek, yürek paralayıcı ve utanç vericidir. Bu durum aynen, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ve yol arkadaşlarına, hatta annesine hakaret eden, yalan ve uydurmalarla kafalarındaki karanlığı ülkeye dayatan,yobaz ruh hastalarının durumuna benzer.

Ne yazık ki bugünlerde, yine Nazım Hikmet özelinde esef verici bir polemik yaratılmaya, yalnızca onu ve muhataplarını ilgilendirecek kişisel ilişkileri piyasaya sürülmektedir. İşin elbette ne sanatla, ne de Nazım Hikmet’in duruşuyla bir ilgisi vardır. Yayınevleri, kapitalist ve kuralsız ilişkiler, bir insanın hatır ve hatıralarına rağmen ısıtılan dedikodular, gördüğü her taama tuzluk misali koşup, kendini göstermeye çalışan tipler, bu tuhaflığın birer parçasına dönüşmüş durumdadır. Bu yazıyı yazdıran da, bu manzara karşısında duyduğum utanç ve eseftir. Nazım Hikmet’in yaşamadığına dua etsinler!

Kötü ve yıpratıcı bir süreçten geçiyoruz. Yaratılan istikrarsızlık iklimi, algı ve yorum kalitesizliği, ben yaptım oldu kolaycılığı ve istim arkadan gelsin popülizmi, bir yandan vahim bir eğretiliği çoğaltırken, bir yandan korkunç bir erozyona yol açıyor. Acımasız bir ahtapot gibi hayatı saran bu çapsızlık karşısında, kavramlardan, olaylardan, olgulardan ve birikimlerden yola çıkarak gösterilen itirazlar, ya okumazdan-görmezden-duyulmazdan geliyor ya da sütre gerisinden aşağılık yaklaşımlarla itibarsızlaştırmaya çalışılıyor. Bunun ne polemikle, ne sağlıklı fikir ve ürün kıyaslamasıyla ilgisi var. Faşizme ve çürümeye su taşıdığını göremeyen, varlığını bu hastalıklarla sürdüren Homo Polemikoslara, bütün bunları anlatabilmek mümkün olabilir mi?