İşim gereği her hafta gruplarımla Samos adasına gidiyorum. Birkaç gün önce kahvaltı sonrası, sabah serinliğinde denize karşı kahvemi yudumlarken, şöyle bir dalıp gittim.

1972 yılında rehberlik gezisi ile gittiğimiz Bodrum’da sabah kahvaltısı geldi gözümün önüne. Portakal çiçeklerinin içimi dolduran kokusu, balım ve tereyağının lezzetine kadar hepsini dünmüş gibi hatırladım. Hiç aklımdan çıkmamıştı ki zaten. O kadar olmasa da biraz o duyguları hissettim sabah sabah Samos’ta..

Sonra bir anda bizim turizm olarak adlandırdığımız “şey” geldi gözümün önüne. İnsanların gazoz kasası gibi havaalanından otellere taşındığı ve bir hafta gönüllü olarak kaldıkları hapishaneler. “Her şey dahil, Türkiye hariç” konsepti. Başarısı kişi sayısı ile ölçülen ama getirisi kişi başı hesaplanmayan kitle turizmi. Adı bile soğuk. Kitle Turizmi…

Nereden nereye gelmişiz. Yetmişli, seksenli yıllarda o amatör ruhla yaptığımız turizm. Sadece paraya odaklanılmamış cinsinden. Hani ülkemiz para kazansa, canım yanmayacak. Özellikle zincir otellerin yabancı patronlarının dada Türkiye’ye gelmeden, yurt dışında cebine giren paralar..

Bunu biz turizm olarak adlandırıyoruz. Bir şirkete isim konulurken ; “X İnşaat sanayi taahhüt turizm taşımacılık ticaret limited şirketi” gibi adlar yazılırdı. İşimiz inşaat, sanayi de olabilir, taşımacılık yapma şansımız da var, en kötü şartlarda turizm bile yaparız. Üniversite tercihlerimiz de öyle olmuyor mu zaten ? “Sen suyun altını yak da, olmadı çay demleriz” gibi yani.

Bir hedefe odaklanma, yoğunlaşma, kendini ona verme her sektörde olduğu gibi turizmde de söz konusu. Adanmışlıktan hiç bahsetmiyoruz bile. Odaklanma doğrudan paraya. Hedef sadece para olunca, ne mesleki doyum, ne de başarı oluyor.

Belki bir gün gerçekten turizmi doğru yapmayı başarabiliriz. Umut fakirin ekmeği, ye Memet ye !