"Hayat eksiklerimizi kapatmak, olumsuzlukları yamamak, çirkinleri güzelleştirmeye çabalamakla geçiyor. Onca emek, herkes ve her şey iyi olsun diye. Olsun olmasına da dağ tepe binalarla kaplı. Caddelerde son model araçlar vızır vızır ama ya insan? İşte onu bulmak artık çok zor..."

Böyle söyledi, geçtiğimiz günlerde tesadüfen tanıştığım bir adam. Aslında haftanın bazı günlerinde yoga dersi vermek için Çeşme'ye gidip gelirken dikkatimi çekmişti. Kırmızı bir bisikleti vardı. Onu ya köpekleri beslerken görüyordum ya çocuklarla oynarken ya da yolda sekiz çizerek giderken... Bir gün yanında oltasını da gördüğümde, aklımca onu emekli edip güzel bir yazlığa yerleştirdim. Onun yerinde olmak isteyen ne çok kişi olmalıydı...

***

Çeşme Devlet Hastanesi'ne bir arkadaşımı götürdüğümde rastladım ona. Yanlışlıkla girdiğim odada çıktı karşıma. Yüzünde her zaman gördüğüm gülümseme vardı. Elbette onu hatırlamama yardımcı olan içeri nasıl soktuğunu anlayamadığım eski model kırmızı bisikletiydi. Bacağı ve 2 omurga kemiği kırılmıştı. Meğer, bir araba çarpmış ve sanki hiçbir şey olmamış gibi basıp gitmiş. Neyse ki başkaları yardım etmiş de hastaneye gelebilmiş. İş bulursa bahçıvanlık yapıyor, bulamazsa pazarda limon satıyor. 50'li yaşlarda ve iki çocuğu ile kirada oturuyor. Büyük bir aşkla evlendiği eşini genç yaşta kanserden kaybetmiş ve sonra da kimseyi hayatına almamış. Gazeteci olduğumu öğrenince adını yazmamı istemedi. Korktuğundan değil, kimseden bir şey istemediğinden... Bu ilginç ve eğlenceli adamla biraz sohbet edip yanından ayrıldım.


Bana Barfi'yi anımsatmıştı. Barfi, 2012 yapımı bir Hint filminin kahramanı. Tam adı "Barfi! Aşkın Dile İhtiyacı Yoktur" olan film, aslında romantik bir komedi. Barfi hem işitme hem de konuşma engelli. Onun, üstünden inmediği bisikleti, yaşama sevinci, gülümseyen yüzü, bitmeyen enerjisi, sadakati ve sevgisi izleyiciyi de etkiliyor. Güvendiği insana kalbinin kapılarını sonuna kadar açan Barfi de aşka inanlardan. Belki de bu yüzden daha cesur...

***
Cesaret, bugün de az bulunan bir özellik. Ve sanırım en çok da yasaklanan oyunlardan, kapanan tiyatrolardan, sinemalardan ve geçmişi tekrarlayan müzisyenlerden dolayı sanatın daha fazla cesarete ihtiyacı var. Çünkü bizler, "Dünya mükemmel olmadığı için sanat vardır" diyen Tarkovski'nin dikkat çektiği iyileştirici güçle ayakta durabiliriz. Çünkü sanatla ve sanatçılarla geleceği görebilir, kendimize çeki düzen verebiliriz.

Ben, genç ve cesur isimleri gördükçe mutlu oluyorum. Mesela; Esra Tarhan, Sevcan Sini ve Özgür Molla tarafından İzmir'de kurulan Tiyatro Motto'yu duyunca. Kendi uyarlama oyunları Ophelia'nın Hamlet'ini izleyince. Ya da herkes gibi bir cover single şarkı ile çıkmak yerine, sözlerini ve bestelerini kendi yaptığı 5 şarkılık "Zaman" adlı başarılı bir albümle adından söz ettiren Şeyma Özbay'ı dinleyince...      


Yıkılan umutlara inat, aşkla yenilerini inşa edene ve her an tazeleyebilene ne mutlu. Ne mutlu her şeye rağmen gülümsetebilene...