Türkiye'nin bana göre en büyük sorunlarından biri gıda güvenliği ve hijyen konusudur.
Son yıllarda adımlar atılsa da yetersiz kalıyor. Restoranlarda, büfelerde, kafelerde yediğimiz yiyeceklerin yanı sıra kimi zaman marketlerden temin ettiğimiz ürünler dahi yeterli güveni taşımıyor. Etiketler, gıda kodeksleri renkli ambalajlarda kağıt üstünde kalırken, işin gerçeğinde birçok üretim soru işareti dolu. Bırakın onu, pazarlardan aldığımız ve tümüyle organik gördüğümüz sebze ve meyvelerde ne kadar ilaç kullanıldığı dahi meçhul.
Çiftçi ya kulaktan dolma ya kahveden alma bilgilerle ilacı ürünün üzerine adeta boca ediyor.

ANTİBİYOTİKLİ ETLER


Çünkü eğitim ve denetim yok. Çiftçiye en yoğun denetimi kim yaptırıyor biliyor musunuz; ilaç şirketleri. Yalnızca ben söylemiyorum, tarım ve gıdada hakkıyla üretim yapan kim varsa, benzer gözlemlere sahip. Türkiye'de kooperatifçiliği hak ettiği noktaya taşıyan isim olarak bilinen Tire Süt Kooperatifi Yönetim Kurulu Başkanı Mahmut Eskiyörük  izlenimlerini şöyle anlatıyor:
"Üzülerek görüyorum, ülkemde maalesef neredeyse her beyazdan peynir yapanlar var. Çoğu kesimhanelerin halini görseniz et yiyemez hale gelirsiniz. Antibiyotikli hayvanların kesimi yapılıyor. Denetimler cılız kalıyor"
Diğer kooperatif başkanlarımız: Bademli Kooperatif Başkanı Selçuk Bilgi, Gödence Koopetarifi Başkanı Özcan Kokulu, Bademler Kooperatif Başkanı Mehmet Sever, İğdeli Kooperatif Başkanı Süleyman Top'un da benzer tespitleri var. Çünkü onlar tarımsal üretimin ne kadar zorlu bir süreç olduğunun tanıkları...

KOOPERATİFÇİLİKTE UÇURUM


Çözüm kolay değil ama tüm gelişmiş ülkeler aynı yapısal formülü uyguluyor; Kooperatifçilik.
Bugün 21 Aralık Dünya Kooperatifçilik Günü. Gerçi dünya değilse bile tüm gelişmiş ülkeler kooperatifçiliğin öneminin bilincinde. Yüz ölçümleri Türkiye'nin neredeyse bir kenti kadar olan
Avrupa Birliği Ülkeleri bizden daha çok tarımsal ürün ihraç edebiliyorsa bunun tek sırrı doğru kooperatifleşme. Öyle ki tüm AB'de tarımsal işleme ve pazarlama kooperatiflerinin oranı yüzde 85’lerde. Amerika'da yüzde 80'lerde. İsveç, İsviçre, Hollanda'da aynı oran yüzde 90'ı aşıyor. Türkiye'de durumu tahmin edin! Sadece yüzde 13'lerdeyiz. İşte  size Türk tarımındaki  sıkıntıların ve hatta gıda sektörüne yansıyan sözünü ettiğimiz risklerin nedeni. Elbette bu işin bir ayağı.
Tarımsal kooperatiflerin ana amaçlarından biri kaliteli ve denetimli gıdayı ulaşmakta sağlıklı tarımsal girdi üretmekse bir diğeri ve onun kadar önemlisi üreticiyi yerinde mutlu etmek, ürünün değer bulmasını sağlamaktır.
İzmir yaklaşık 7-8 yıldır kooperatifler eliyle yerinden kalkınma modeli uyguluyor ve bunun karşılığında Türkiye'de köyden kente göçü tersine çeviren kent oldu.
Yerel yönetimlerin katkılarıyla kooperatifler güçlendikçe üretici yerinde rahat etti, güvenli gıdaya erişim kolaylaştı.
Yakın geçmişe kadar kooperatifçiliği yüzüne gözüne bulaştıran ülke olduk.
Çünkü kooperatifler bugüne kadar ya siyasi çiftlikler ya da sermaye gücünün önündeki tehlike olarak görüldü. Ölçek ekonomisi arı altında küçüklerin birleştirilerek büyütülmesi yerine büyük firmaların önünün açılması tercih edildi.
Oysa yukarıda oranları verdim, gelişmiş ülkelerde gıda sanayi ve özel teşebbüs kooperatiflerin sağlıklı üretimleri üzerinden daha da büyüdükleri ortada.
Evet geç oldu, güç oldu ama en azından İzmir, doğru kooperatifçilik örnekleri ve yerel yönetim desteğiyle yol almayı başardı.
21 Aralık Dünya Kooperatifçilik Günü, şimdi en iyi bu halkayı dalga dalga büyüterek kutlanır.