Dünyada ve ülkemizde “hemşirelik” mesleği kadınlara özgülenmiş bir görev alanıdır. Geçmişi tarih öncesine uzanır. Bir zamanlar “kötü kadın” imgesiyle algılanan ve toplumda kendilerine saygınlık tanınmayan hemşireler, “lambalı kadın” takma adıyla ünlenen Florence Nightingale’in yaptığı hemşirelik devrimi, büyük bir başarı olarak tarihe geçmiştir. Çağdaş hemşireliğin kurucusu sayılan bu özverili insan, ailesinin şiddetle reddetmesine karşın, bütün soyluluk etiketlerini söküp atarak, bu mesleği seçmiştir. Böylece, salt hemşirelik mesleğinin yüceliğini kanıtlamamış, ayrıca ve özellikle kadınlık onurunu da teslim etmiştir. Kutsal bildiği bu meslek uğruna ailesine başkaldırmış olan Florence Nightingale, ülkemizle çok yakından ilişkilidir.

Kısaca anlatayım: Çiçeği burnunda genç bir hemşire iken, Osmanlı Devletinin en bunalımlı yıllarında çalışmalarını İstanbul’da yürütmeye başlar. Olay şöyle gelişir: 1853 yılında Osmanlı Devleti ile Rusya arasında patlak veren Kırım Savaşı sırasında, o zamanki Batılı müttefiklerimizin yayın organlarınca yapılan çağırılar üzerine, Florence Nightingale Üsküdar’a gelir. Orada çok elverişsiz binalarda ve çok elverişsiz koşullarda bile yatacak yer sağlanamayan çoğu ağır yaralı askerlerimizin yardımına koşar; doktorların kuşkulu ve güvensiz bakışları altında var gücüyle çalışır. Kendinden ve yaptıklarının sonuçlarından kuşku duymaz. Bunu kanıtlamak için de matematik eğitimini kullanmaya karar verir. Onun yardımıyla iyileşen yaralı asker oranı büyük bir ivmeyle yükselir…

Artık o, Osmanlı Devleti'nin ve gelecekteki Türkiye Cumhuriyeti'nin onurlu bir hemşiresi olmuştur. Şimdi onun adı en çağdaş kurumlarımızla yaşatılıyor.

Büyük olasılıkla onun etkisiyle, bizde hemşirelik yaygın ve etkin biçimde yerleşmiş bir meslek dalıdır. Tiril tiril ak giysileri, güler yüzlü ve sıcak davranışlarıyla sağlık ordumuzun vazgeçilmez bileşkesi olmuşlardır. Hastanelerin koridor başlarında ya da ilk görünen yerlerinde parmağını ağzına bastırmış olarak sessizlik uyarısı yapan hemşire portresi birer güven ve huzur kaynağı olmuştur hep (Ancak burada bir sitemim var: Hemşireliğin onurunu simgelercesine başlarında taşıdıkları keplerinin terk edilmiş olmasına büyük üzüntü duydum).

***

Son yıllarda bizden birileri çıkmış, bu mesleği erkekler de yapar anlayışıyla, dilsel ve tarihsel kavramına aykırı olarak “hemşir” diye sözde eril (masculin) bir sözcük üreterek, erkekleri de bu işin içine sokmuşlar. Belli ki kerim/kerime, müdür/müdire, hakim/hakime örneklerinde olduğu gibi erkeklerin de, kadınların da yapabildiği meslek adlarını örneksemişler. Kullandığım bilgisayar bile “hemşir” sözcüğünün yanlış olduğunu vurgulamak için, altını kırmızıyla çizdi.

Yalnızca dişil biçimiyle “hemşire” sözcüğü Osmanlı Türkçesi'ne Farsça'dan geçmiştir. Eril biçimi yoktur. Bildiğim kadarıyla hemşirelik mesleğini erkeklerin yaptığı da görülmemiştir. Sayrıevlerinde onların da hemşirelerle yan yana yaptığı iş, uygulaması değişik bir tür sağlık görevliliği olmuştur. Ta ki bizde son yıllarda, “hemşir” adı altında çığ gibi artmalarına değin… Giderek bu çarpık uygulamayla erkekler, bütünüyle kadın doğasına uygun bir mesleği ele geçireceğe benziyor.

***

Kanımca burada asıl sorun dil ya da mantık yanlışlığında değil, kadına yaklaşım biçimindedir. Anlamsız bir “hemşir” etiketiyle hemşirelik işlevinin erkek kitleleriyle karşılanmaya kalkışılması kadını iş ve toplum yaşamından dışlamaktan başka bir amaca yönelik olamaz diye düşünüyorum. Kaldı ki bu tutum, çok daha geniş kapsamlı bir ideolojik tasarının küçük bir parçası gibi görünüyor. Edindiğim izlenime göre, “hemşir” adı verilen “bıyıklı hemşireler”in sayısı giderek büyük bir ivmeyle artıyor.

Yazık, çok yazık, çok çok yazık!