Bugünlerde sanat gündemden düşmüyor.

Fazıl Say’ın uzattığı barış çubuğundan, bir avuç ‘cesur yürek’in eleştirel mesajlarına, bu mesajların sahiplerini ‘terörist’ olarak nitelendiren siyasetçilerden, yargı karşısına çıkartılan arkadaşları hakkında söyleyecek sözü olmayan, ama patlamış mısır gelirlerinden pay alamayınca ortalığı ayağa kaldıran sinemacılara kadar pek çok konu var gündemde.

Sinemanın sorunları üstüne daha çok konuşacağız.

Çünkü, 5224 sayılı ‘Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılması ile Desteklenmesi Hakkında Kanun’a önemli değişiklikler getiren yasa teklifi, muhalefetin itirazlarına rağmen Meclis komisyonunda kabul edildi. Önümüzdeki günlerde Genel Kurulda görüşülmesi bekleniyor.

Yasa tasarısının, sektöre bazı avantajlar sağladığı bir gerçek. En başta, yapımcılara verilen maddi desteğin geri ödemesiz bir biçime dönüştürülmesi…

Mevcut uygulamada geri ödeme hükmü vardı, ama büyük ölçüde kağıt üstünde kalan bir hükümdü bu. Çünkü, kara geçen filmlerden isteniyordu geri ödeme; kar eden film sayısı ise toplam yapımlar içinde küçük bir oranı oluşturuyordu.

Özetle, sinemacıları bir sürü formaliteden kurtaracak olumlu bir hüküm bu. Yabancı sinemacıların Türkiye’de çekeceği filmlere sağlanacak kolaylıklar da sektör açısından önemli, ama Komisyon senaryoyu uygun bulduğu takdirde!

Yasa, Meclis’e gönderilmeden son anda eklenen bir madde ile, yapımcılara bir havuç daha sunuluyor: sinema gelirlerini şeffaflaştırarak, dağıtım tekelleri ile yapımcılar arasındaki paylaşım kavgasına çözüm getirileceği vaat ediliyor.

Bu maddi avantajlar boşuna sağlanmıyor elbette. Siyasi iktidar, potansiyel bir tehlike olarak gördüğü sinemacıların işlerini kolaylaştırarak, ehlileştirme yolunu deniyor. Cebinden başka kaygısı olmayan elemanların bu yolla pasifize edilmesi mümkündür elbette, ama sinemayı bir sanat dalı olarak gören, senarist ve yönetmenleri tatmin etmesinin mümkün olmayacağı anlaşılıyor.

Yönetmenlerin ve senaristlerin kibar bir üslupla dile getirdiği eleştirilerin ne ölçüde kabul göreceğini önümüzdeki günler gösterecek.

Yasa ile sinemacılara sunulan havuçların arasından başını gösteren sansürü görmemek olanaksız. Temel görevi, çocukları korumak adına filmleri yaş dilimleri açısından sınıflandırmak olan Değerlendirme ve Sınıflandırma Kurulu’na, “uygun bulmadıkları” filmlerin ticari dolaşım ve gösterime sunulmasını yasaklama yetkisi veriliyor.

En az bu hüküm kadar sakıncalı bir başka hüküm de, daha önce üyelerinin çoğunluğu meslek birlikleri tarafından belirlenen Değerlendirme Kurulu’nun tüm üyelerinin siyasi iktidar tarafından belirlenmesi. Yok öyle değil diyecek olanlar varsa, anlatalım… Yedi kişilik heyetin dört kişisi Bakan tarafından atanacak, geri kalan üç kişi ise meslek birliklerinin önereceği adaylar arasından Bakanlıkça seçilecekmiş. Zaten, siyasi iktidarın dümen suyunda yeterince meslek birliği var. Bundan ala demokrasi olur mu?

Yasa tasarısında, sinema alanındaki tekelleşmeye vurgu yapılmasına karşın, bunu engelleyecek hiçbir hüküm yer almıyor. Dünyanın tüm uygar ülkelerinde -A.B.D. dahil- sinema dağıtım şirketlerinin, aynı zamanda yapımcı, aynı zamanda sinema salonu sahibi olmasına izin verilmiyor, anti-tekel yasalarıyla… Bizde olmaz böyle şeyler. Ülkenin tüm kaynakları yerli-yabancı ortaklığındaki tekellere, kartellere pazarlanırken, anti-tekel yasası hükümlerini uygulayacak değiliz ya!

Büyük(!) yapımcılarla, büyük(!) dağıtımcıları (en büyüğü Korelilerin) uzlaştırıp, paylaşımda bazı dengeler getirebilecek olan yasanın bağımsız yapımcılara herhangi bir avantaj sağlamadığı ortada. Onlar gene filmlerini oynatacak salon bulamayacaklar… Bu bağımsızların ne yapacağı belli olmaz çünkü!

Sinema yasası, film festivallerine ilişkin de bir hüküm getiriyor. Daha önce, yabancı filmler denetim dışı tutulup, yerli yapımlardan eser işletme belgesi istenirken, şimdi eşitlik getiriliyor! Artık, bütün filmler sansüre tabi olacak! Ha, uygulamada sıkıntı doğduğunda (200 küsur film birkaç gün içinde izlenemeyeceği için), filmler ‘+18’ yaş sınırlaması ile gösterilebilecekmiş. Ama, festival yöneticileri üzerindeki Demokles’in kılıcı kalkmıyor. Yerli ve milli bir vatandaş ihbar ettiğinde, festival direktörü yargılanabilecek. Bir de şu garip durum var: bir Çocuk Filmleri Festivali, +18 yaş sınırlaması ile hangi çocuklara seslenecek acaba?

Bu yasanın da, diğerleri gibi, Meclis çoğunluğunun oyları ile kabulü sürpriz olmayacak. Ve, sektörün çoğunluğunun üç maymunu oynaması… Kimi korkudan, kimi havuçların cazibesine kapıldığından…