Dünyanın en büyük kömür rezervine sahip ülkelerinden biri Almanya. Kömür üretiminin tamamı devletin denetiminde. 2013 yılına gelene kadar 40 yılda maden kazalarında ölenlerin sayısı ise 0 (Yazıyla sıfır). 2013 yılında meydana gelen bir kazada 3 işçi hayatını kaybediyor. O yıldan bugüne kadar ise can kaybı yok.
2013 yılında yaşanan kazadan sonra ülkede tüm kömür ocaklarının kapatılması kararlaştırılıyor. Ancak Rusya-Ukrayna savaşının yarattığı enerji krizi dolayısıyla bu plan erteleniyor.
Peki, bu işin sırrı ne? Can kayıpları nasıl sıfırlanıyor? Aslında işin sırrı falan yok. Yalnızca insan hayatına verilen önem ve bunun sonucu alınan önlemler var. Almanya 'da ocakların her yerinde gaz ölçüm cihazları var. Havalandırma sistemleri, her 300-500 metrede basınçlı su sistemleri kurulu. Madenciler sürekli eğitimden geçiyor. Ocağa indikleri ilk iki yılda eğitim aralıksız sürdürülüyor.
Peki, Almanya’da ocağa inen Hans'a bu koşulların yanında ne gibi ekonomik ve sosyal haklar sağlanıyor acaba?
Almanya'da emeklilik yaşı 67. Madenciler ise 55 yaşında emekli olabiliyor. Maaşları 3 bin Avro'nun üzerinde. Özel arabasıyla gittiği markette, istediği her ürünü rahatlıkla alıyor. Çocuğuna en iyi eğitim imkanını sağlayabiliyor.
Hans emekli olduğu zaman aldığı maaş 2000 Avro'nun üzerinde. Yine rahat rahat geçiniyor. Tek sıkıntısı (!) tatili İspanya da mı yoksa Türkiye de mi geçirsin, ona karar veremiyor.
İşte Hans'ın kader planı(!) böyle.

***

Peki, bizim Hasan'ın kader planı ne söylüyor?
Hasan'ın ülkesi dünyada kömür rezervine sahip ülkeler arasında 28. sırada yer alıyor. Maden kazalarında ise Avrupa birincisi. Kömür-linyit çıkarımında ABD'de kaza oranı yüzbinde 8, Almanya 'da 4, bizde ise 60. 1941 yılından bu yana 3 binden fazla kişi maden kazalarında yaşamını yitirmiş. Madenlerin yönetimi 2004 yılından itibaren taşeron şirketlere açılmış. Birçok madenin yüzde 50 düşük işçi sayısıyla çalıştığı iddia ediliyor.
Bir maden işçisinin maaşı asgari ücretin iki katı kadar. Yaklaşık 11 bin lira. Kıt kanaat geçiniyor. Et alırsa süt alamıyor, süt alırsa peynir alamıyor. Çocuğun eğitimi ayrı bir sorun. Sosyal olanakları hemen hemen hiç yok.
***

Peki can güvenlikleri?
Amasra'da toprağa verdiğimiz 41 can bu konuda bize her şeyi söylüyor; 3 yılın Sayıştay raporları var; ''Amasra Taşkömür galerilerinde grizu patlama riski yüksektir’’ diyor. Ölen işçilerin ailelerinin iddiaları var; ''havalandırmalar iyi çalışmıyor, bir aya kadar bakıma alıp madeni kapatacaklarmış'' diyorlar.
Peki iş güvenliği uzmanlarının söylediklerine kulak veriliyor mu? 300 kodda oksijen eğer aşağıya indirilemiyorsa, 300 koda inilmemeli diyorlar. Galeri sayısı, cep alanları yeterli miydi diye soruyorlar. 25 metrede bir sondaj yapıldı mı diyorlar. Kablolarda hala yanıcı madde kullanılıyor mu sorusunu soruyorlar ve ilave ediyorlar; iş güvenliği uzmanları şirketlerin maaşlı elemanı oldukları sürece objektif denetimler yapabilir mi?
***

Bunlar ilk akla gelen sorular... Peki ya tedbirler? Yüzde kaçı alınabildi bu tedbirlerin? Bu tedbirler alınsa her kazada bu kadar can kaybı yaşanır mıydı?
Bırakın bu tedbirleri, bu alanda ne hukuka önem vermişiz, ne liyakate.                     
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün belirlediği 148 anlaşmadan yalnızca 48'ini imzalamış Türkiye. 100 anlaşma metni hala havada duruyor.
Bir maden kazasında 8 işçinin ölümünden sorumlu tutulan ve aldığı hapis cezası para cezasına çevrilen kişiyi kurumun başına genel müdür yapmışsınız. Maden işçisi Hasan kader planına inanmasın da ne yapsın? Suçu kadere yükleyerek insan hayatının hafife alındığı Almanya'ya(!) mı özensin?
Kader planı çok farklı olan Hans, acaba Türk maden işçisi Hasan'ın kader planını kıskanır mı dersiniz?..
Refik Durbaş'ın 'Çırak aranıyor' adlı şiirinin ilk dörtlüğü ile noktalayalım;
''Elim sanata düşer usta
Dilim küfre, yüreğim acıya
Ölüm hep bana
Bana mı düşer usta?''