Haluk Cansın (İzmir 1924 - 3 Temmuz 2020)

“Ten fanidir can ölmez

Çün gitti geri gelmez

Ölür ise ten ölür

Canlar ölesi değil”

(Yunus Emre)

İzmir basınından olgun bir meyve düştü; ama kendisini taşıyan ağaca teşekkür ederek. Haluk Cansın, İstanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirmiş ama daha çok “gazeteci” olarak tanınmıştı. İzmir'in en kıdemli gazetecisi, İzmir Gazeteciler Cemiyeti'nin en eski üyesi idi. Benim yedi yıl çalıştığım Ege Ekspres Gazetesi'nin kurucuları arasında idi. Gazeteciliğe 1946 yılında İzmir Gazetesi'nde başladı; Demokrat İzmir ile Yeni Asır gazetelerinde yazı işleri müdürlüğü yaptı.

Yeni İstanbul, Vatan, Zafer ve Cumhuriyet gazetelerinin İzmir temsilciliği görevini yürüttü. Çok iyi İngilizce biliyordu. Kızı Nazlı, İletişim Fakültesi'nde benim başarılı öğrencilerimdendi. Haluk Ağabey, uzun süre Yeni Asır'da, daha sonra Gazete Ege'de “Eğri Oturalım Doğru Konuşalım” başlıklı köşesindeki yazılarıyla İzmir kültür yaşamının nabzını tutuyordu. 1973 yılında, ABD'deki Uluslararası Yayın Semineri'ne katılmıştım. Döndüğümde benimle “ABD'de TV'deki Yenilikler” konusunda yaptığı röportaj, İzmir'i ayağa kaldırdı. O görüşmede ben “Kablo TV”den söz ediyordum. Vay, sen misin bunu söyleyen? Başta TRT'nin teknik adamları olmak üzere “Hah hah hay! Kablolu TV mi olurmuş?” diye beni alaya aldılar. Bir kaç yazı daha yazarak, bilgisiz ilgilileri uyarmaya çalıştım. (Yaşayan varsa herhalde bugün evlerinde Kablolu TV vardır.)

Haluk Ağabey beni, kendi tandansına uygun buldu. Kendisi, BMC'nin, Avrupa standartlarında dergisini çıkarıyordu. Bir gün bana:

- Şadan, bizim dergiye her sayı bir yazı yazmanı istiyorum, dedi.

1970-39'li yılların ikinci yarısı boyunca BMC Dünyası'na “Tarihin Soluk Aldığı Yerler” başlıklı yazılar yazdım. Bu yazıların amacı, eline alan herkesin, yazılan yeri rehbersiz gezilebilmesini sağlamaktı.

Şimdi düşünüyorum da: “Ne iyi etmiş bana bu yazıları yazdırmakla” diyorum. Bol görselli, her birinin sonunda yeterli kaynakça yer alan yazılar, bir tuğla kitap oluşturabilecek kalınlıkta bir klasör olarak hazır bekliyor. 40 kadar yazı ama yazılışlarının üstünden yaklaşık 40 yıl geçmiş. Yazılarda bazı rötuşlar yapmak ve daha sonra gündeme gelen Göbeklitepe, Sagalassos, Şapinuva vb sönmüş kentleri de eklemek gerek.

***

Haluk Ağabey, çalışma yaşamının son yıllarında, İstanbul'daki Manajans Thomsun'un İzmir temsilciliğini yürüttü. O Manajans ki; Türkiye'de modern reklamcılığı başlatan Eli Y. Acıman'ın yönettiği bir akademi gibiydi. Üne kavuşmuş nice reklamcı veya metin yazarı, göğsünü gere gere “Ben Acıman'ın yanında yetiştim” derdi. Yaygın söyleme göre Acıman iyi Türkçe bildiğini söylemezdi ama, onun elinden geçen hiçbir reklam metninde en küçük dil yanlışı bulunmazdı. Kendisi, konusuyla ilgili seminerler yönetmek, bildiriler sunmak yanında, öğretileri iletişim fakültelerinin reklamcılıkla ilgili derslerinde okutulur, anlatılırdı. Ben, bu konuda kitap dolduracak anı birikimine sahibim ama, size onun “Mangal Öğretisi”ni sunmakla yetineyim. Acıman bunu, Haluk Ağabey'in çağrısı üzerine geldiği İzmir'de anlatmıştı:

... Alsancak'ta yaşlı bir kadın, atadan kalma müstakil evini bir yap satçıya vererek, karşılığında modern bir daire sahibi olmuştu. Kadının antika mangalı, artık işe yaramayacağı için, tavan arasına atılmıştı. Kadın, bu mangalı satarak, bir miktar para edinmek istemişti. Bir İzmir gazetesinde yer kiralayarak (reklam vererek), istediğini duyurdu. İlanı okuyanlardan birkaç kişi konuyla ilgilendi ve içlerinden biri, anlaştıkları fiyattan mangalı satın aldı. Acıman olayı şöyle yorumluyordu: - Kadın mutludur, kendisine yaramayacak olan mangalı vermiş karşılığında, karşılığında kendisine gerekli parayı kazanmıştı.

- Alan mutludur; çünkü ihtiyaç fazlası parayı vererek, istediği antika mangala kavuşmuştur.

- Gazete mutludur; çünkü ilan karşılığında, maliyetini düşürme fırsatı bulmuştur.

- Gazete okuyucusu memnundur; çünkü ilan reklam gelirleri sayesinde gazetesini ucuza alabilmektedir.

- Vee mangal da mutludur; çünkü tavan arasında unutulup gitmek yerine, yeniden bir işe yarama şansına erişmiştir.

- Haluk Cansın da ölmüştür; zira geride hoş bir hikaye ve “Unutmaya Kıyamadıklarım” isimli bir kitap bırakmıştır.

“En acayip gücümüzdür

Kahramanlıktır yaşamak

Öleceğimizi bilip

Öleceğimizi mutlak”

(Nazım Hikmet)

---------------------------------

Güle güle

“İsmetula, zambetula, metikokini, preskula”

- Senden önce gidenlere selam götür, onlardan sonra daha da kirlettiğimiz dünyadan: Önce, insanlık sevdalısı Balıkçı Babana; Mısır'ın piramitleri gibi üç güzel evlat doğurmuş Bodrumlu Girit Güzeli Hatice Anaya, bizden önce sonsuzluk evrenine göçmüş insanoğullarına, insan kızlarına.

Sen bir melektin; kanatların vardı; bu yüzden asıl yerin olan Cennet'e uçman zor olmasa gerek. Dünyada paha biçilmez anılar biriktirdin; onları “Anılar, akın, akın” adlı kitabınla ölümsüzleştirdin. İsmet Abla; senin yanında, ikimizin de babası olan Halikarnas Balıkçısı'nı yaşatmaya çalıştık. Sağlığında yedi olan kitap sayısını 27-39'ye çıkardın. İsmet Abla, gönlün rahat olsun: Sen de anan gibi, üç değerli evlat ettin insanlığa: Cevat, Aliye (Dodo) ve Deniz (Dodo). Şimdi gayret onlara düşüyor. Balıkçı babamıza söyle; öte dünyada rahat uyusun; kendisini, çok sevdiği torunları yaşatacak. Ölümsüzlük, eserleriyle yaşamaksa, sen hiç ölmeyeceksin Balıkçı Baba.

Söyle ona, rahat etsin; sen de rahat uyu İsmet'lerin en güzeli.

Kardeşin Şadan Gökovalı.