Okuyucularımız arasından hatırlayanlar olacaktır. Dünya Sağlık Örgütü’nün 63. Bölge toplantısı Çeşme’de yapılmıştı ve ulusal/bölgesel düzeyde halk sağlığı sorunları ile mücadele etmek için Avrupa'yı kapsayacak strateji ve eylem planları şekillendirilmişti.

Bu toplantıdan günümüze kadar geçen beş yılda,bu çapta İzmir’de gerçekleştirilen uluslararası düzeyde kapsamlı bir sağlık zirvesi maalesef olamadı. WHO 63. Bölge toplantısının sonunda Sağlık 2020 Belgesi resmi olarak kabul edildi ve toplumdaki her bireyin sağlığının iyileştirilmesi ve herkesin eşit sağlık hizmeti alımının sağlanılmasını hedeflendi.

Ülkemizde de 3-6 Eylül Halk Sağlığı Haftası olarak anılmakta ve çeşitli etkinlikler yapılmaktadır. Halk Sağlığı’nın, günümüzde obezite,sigara içiciliğin artması,alkol ve uyuşturucu alışkanlıklarındaki yayılım gibi objektif ve digital platformun sağladığı avantajlar ile maddi refahın artışına bağlı giderek artan toplumsal yaşam biçimi değişikliklerinin insan yaşamına henüz öngörülemeyen etkileri gibi subjektif gelişmeler de göz önüne alındığında, önemi katlanarak artmaktadır. Halk Sağlığı ve koruyucu hekimlik, sadece yaşam süresinin uzaması ile uzun iş yaşamının ortaya koyduğu artı değerler sonrası oluşan refah toplumu sorunlarına değil kronik hastalıklar dahil 4.0 endüstrisinin şekillendirdiği modern toplumun yeni tanımlanan kitlesel sağlık problemleri önlemleri için de önem arzetmektedir.

21 Eylül de Dünya Alzheimer Günü'dür. İlk kez 1907 yılında Dr. Alois Alzheimer tarafından tanımlanan, ilerleyici ve bugün için tedavisi bilinmeyen bir hastalıktır. Unutkanlık gibi erken bulgularla başlayıp, ileri aşamalarında tüm beyin fonksiyonlarının kaybı ile karşımıza çıkmaktadır. İlk dönemlerde tanı koymak zor olsa da aralıklı yapılan muayeneler, testler ve klinik gözlemlerin ileri tanı yöntemlerinden olan MR ve Tomografi sonuçlarının birleşmesi ile tanı konulabilmektedir.

Oldukça uzun seyredebilen hastalık, ilk zamanlar kişinin hayatını radikal etkilemezken ya da nispeten tolere edilebilirken son dönemlerinde kişisel hijyen de dahil tamamen bakıma muhtaç güç bir döneme ulaşabilir ve bilişsel yeteneklerin kaybolduğu, fizik aktivetenin sıfırlandığı ve parelel gelişen diğer organ bozukluklarına bağlı çoklu organ yetmezliği ile hastaların kaybedildiği bir hastalık tablosu oluşturabilmekte.

Esasında, Alzheimer da dahil bir çok hastalık nörodejeneratik hastalıklar grubundadır ve halk arasında bunama denilen demans ana başlığı altında ele alınır. Dejeneratif denilmesinin amacı sinir hücresi bazında ilerleyici hasarın oluşması nedeni iledir. Bilinen en büyük risk faktörü gittikçe uzayan yaşam süreleri olarak karşımıza çıkmakta.Yapılan istatistiki çalışmalarda 65-67 yaş grubunda yüzde 1’lerde olan dağılım 90’lı yaşlarda yüzde 35’lere çıkabilmekte. Genetik faktörler üzerinde de durulmakta. Apo E isimli bir genin varlığı ile aspirin türevi ilaçlar ve kadınlardaki hormon replasman tedavisinin koruyuculuğuna yönelik yayınlar sözkonusu.

Bu tedaviler içinde mutlak başarılı bir tedavi henüz tanımlanmamıştır, hastaların ev ortamında tedavi edilemeyecek sekonder bir hastalıkları yoksa, sürekli hastane bakımı yerine evde yapılacak bakımın hastalığın seyri açısından üstünlükleri vardır. Bu grup hastalıkların toplumsal yansımaları Halk Sağlığını da etkilediğinden, kamusal destekleyici düzenlemelerin ivedilikle yapılması ve sağlıklarını kaybedene kadar toplum refahına artı değer sağlamış vatandaşların hastalıklarında bir vefa ve sosyal güvence olarak tedavi ve yaşam ergonomisine yönelik kamusal kaynakların ayrılması, sosyal devlet olmanın gerekliliklerindendir.

Günümüz refah toplumlarında, nüfuslarının yüzde 50’lerine ulaşan kronik hastalıklar, engelliler ve yaşlı nüfus popülasyonlarına ek olarak bulaşıcı hastalıklardan yaygın tütün/uyuşturucu kullanımı sonucu oluşan etkilenimlere, suça karışan çocukların korunmasından yaşlılıkla giderek artan Alzheimer grubu demans degenerasyonlarına ve kitlesel göç kaynaklı hastalıklara kadar çok yönlü çalışmaları olan Halk Sağlığı ile ilgili tıp çalışmalarınının önemi her geçen gün katlanarak artmaktadır.