Günün minesi…

Abone Ol

Çok ağır, çok yönlü bir basınç odasından geçiyoruz. Terörle, şiddetle, demet demet toprağa verdiğimiz canlarla eksiliyoruz, hırpalanıyoruz, aşınıyoruz. Korkunun, baskının, çember daralmasının, tedirginliğin tanımını yeniden yapıyoruz.
Ne kadar hayal anlatılırsa anlatılsın, ne kadar pembe tablo gözümüze sokulursa sokulsun, ne kadar gizlenirse gizlensin, bizim gerçeğimiz değişmiyor.
Oyalamalar, hedef saptırmalar, lafa boğmalar, durmaksızın pompalanan algı mühendisliği çabaları, artık bir işe yaramıyor. O ateş bize de düşüyor, o yılan bizi de sokuyor, davulun sesi artık hoşa gitmiyor.
“Bir ülke, bu kadar derdi belayı, boğazına kadar yaşamayı hak etmek için, bir şeyler yapmış olmalı!” Gündelik konuşmalar, gelip buraya dayanıyor.
Sonsuz bir halüsinasyon, bir paralize, bir büyülenme seansına girmemiz, buna inanmamız, koşulsuz itaat etmemiz bekleniyor.
Sorunların çözümüne hangisinden, neresinden başlanacağını, başta yaratıcıları ve sorumluları olmak üzere, kimse bilmiyor.
Tarih artık uzun süreli bir tekerrür değil bu ülkede. Çünkü tarih, kendini bir ay, bir gün, neredeyse bir saat arayla tekrarlayıp, öğütmeye doymaz bir değirmen gibi dönüyor.
Ahlak, vicdan, akıl ve algı, gözüne far tutulmuş tavşan misali kalıveriyor. Bunlardan yoksun bırakılmış kof bedenlere, ne söylenirse söylensin, bir karşılık işitilmiyor.
Sözler sanki söylenmemiş gibi, başka sözlerle yer değiştiriveriyor. İşbirlikleri, yardım ve yataklıklar, her türlü destekler buharlaştırılıp, kendinden başka her şey ve herkes kolaylıkla suçlanıp hedef gösterilebiliyor.
Hiçbir şey sürpriz sayılmıyor ki en büyük tehlike işte tam da burada yatıyor. Bu kabullenişin, teslimiyetin, sorgulamamanın ve uyuşturulmanın öteki adıdır. Gerçek demokrasilerde ve hukuk sistemlerinde, hiçbir kılıf, hiçbir ambalaj, hiçbir hamaset, sürprizleri, skandalları, suçları örtecek ambalaja dönüşemez. Ama tam da bu oluyor.
Bilmeden, öğrenmeden, merak etmeden, sorgulamadan yurttaş olunamaz. Cumhuriyetin “yurttaşlık” algısı, 650 yıl bir ailenin egemenliğinde hiç merak etmeden, yurttaşlık hak ve sorumluklarını bilmeyecek, çünkü buna gerek duyulmayacak bir geri dönüşle, yer değiştirilsin isteniyor.
Benim istediğim kadar özgürlük, benim istediğim kadar insan hakları… Benim istediğimce bilim, benim onayladığım kadar sanat, bana hizmet ettiği sürece eğitim… Hayatın her alanına böyle bakmanın, bunları isteyip dayatmanın, bu topraklarda karşılığının aranmasıdır, yaşadıklarımızın nedeni.
İçte ve dışta bunca sıkıntıyla boğuşmamızın nedeni, bu karşılığın ne kadar hak edildiğinin, ne pahasına olursa olsun, kanıtlanmaya çalışılmasıdır.
Günün minesi her gün, biraz daha perde perde soluyor.
İlk defa söylenip yazılmıyor bunlar.
Siz de ilk defa okumuyorsunuz…
Umutsuzluk batağında boğulmadan önceki son kelamlar da değillerdir, ne münasebet.
Bu topraklar, bu halk, dün var olmadı.
Şimdi bütün bunları, korkmadan, bıkmadan, bu ülkeye karşı bir yurttaş sorumluluğuyla yinelemek gerekiyor.
Şimdi yeni bir şarkı söylemek gerekiyor.
Zamana, zemine, insana ve ülkeye daha fazla yazık etmemek için, bir karar vermek gerekiyor. Şarkı hazırdır: “bu memleket bizim!”