27 yıl sonra bir gün.

Kapıdan içeri saçları hafif dökülmüş, biraz kamburca bir adam girdi. Gözlüklerinin üzerinden bana bakıyor.

Başımı bilgisayardan kaldırmadan, buyrun hoşgeldiniz diyorum,

“Harıl harıl yazıyorsunuz, nasıl gidiyor meslek” diye soruyor ve ekliyor; “İşiniz ne kadar kolay bize göre.”

Tamam İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin emekli, kıdemli üyelerinden biri olmalı. Yazıyı yetiştirmeliyim. Yandan bakıyorum. O kadar da yaşlı görünmüyor.

“Yapmayın lütfen sanki yaşlıymışsınız gibi” diyorum.

“Yirmi yedi yıl oldu meslekten ayrılalı. Uzun hikaye” diyor. Başımı kaldırmadan bir çay söylüyorum ve sohbete başlıyoruz.

Bizim dönemimize göre, bilgi kaynağına saniyelerle ulaşıyorsunuz. Şanslısınız.

Demek daktilo döneminin gazetecilerindensiniz. Evet teknoloji gazeteciliğe çok yönlü değişim getirdi ancak tadımız yok. Hibrit, post news gazeteciliğe geçtik. Şimdilerde neyin haber olacağına karar veren Eşik Bekçileri var. Gazetecilerin yerini youtuberlar, influserlar, fenomenler aldı. Her şey ışık hızı ama siz beslenemiyorsunuz. Haberlerimiz sıradan, çoğunlukla bülten, demeç ya da siyasi yandaşlık anonsu gibi. Araştırmacı olamıyorsunuz. Yazılarınız size bile heyecan vermiyor.

Neden siyasi baskı çok mu yoğun?

Çok’un ötesi... Sansürden otosansüre geçtik. Habercilik beklenmiyor. Çoğu yerde; şakşakçılık yapmıyor, başarı anlatmıyor, analizlerinizin sonucu olumlu bir tablo yaratmıyorsa bırakın kamuoyunu yazı işlerinin dahi dikkatini çekemiyorsunuz.

İyiye gitmemiş yani hiçbir şey...

Son yıllarda siz neredeydiniz Tanrı aşkına? Ülkenin geçirdiği siyasi evrelerden de mi haberiniz yok. Medya tröstleşti. İktidar gücüne yakın grupların ellerindeki medya oranı yüzde 83’e ulaştı. Yalnızca 2019’da 250 meslektaşımız hakim karşısına çıktı. Yargılanan gazetecilere 133 yıl hapis verildi. İşsiz gazeteci sayısı 11 bin 157’ye yükseldi.

Bunlar da sizleri yıldırıyor!

Elbette. Mesleği hakkıyla yapamadıktan sonra.

Sadece erk, iktidarlarlar mı suçlu sizce. Güç odaklarına karşı savaşmayı göze alan insan, gazetecidir. Onları değil de neden yandaş ve şakşakçıları aranıza aldınız?

Ooo konuya girersek, öyle derin ki. Milyon dolarlık transferlerden tutun gerekçeler uzar gider. İzmir’den örnek vereyim size; yakın zamana kadar bu kentin medyasını temsil ettiğini düşünenler kendilerine gazeteci değil, ‘patron’ denmesinden mutlu olurlardı. İş dünyası ilişkileri kahkahalı, yemeli içmeli buluşmalara dönüşürdü. Yolsuzluk, haksızlık, kamuoyunu zarara uğratma haberlerine tiksinir gibi bakarlardı. Sanırım sizin çalıştığınız yıllarda 1984’de mesela gazetecilerin sendikalaşma oranı yüzde 50.66’ydı. Bugün yüzde 7.7 ve bu sektörün kendi suçu.

Siz de ekonomi gazetecisiniz. Sizin de ilişkileriniz iyi değil mi işdünyasıyla.

Nereden biliyorsunuz? Kritik nokta tam da bu. Gazeteci; siyaset, üretim, yatırım, sanat, kültür dünyasıyla elbette diyalog içinde olacak. Ama taraftar, sözcü, yandaş olmayacak. Yemeli içmeli organizasyonlarda değil, fabrikalarda, atölyelerde bir araya gelecek. Biz ‘kamu’ yani ‘halktan’ yana düşünmeyi unuttuk. Meslek siyasetin avukatlığına dönüştü. Bana anlattırıyorsunuz ama sizde, zaten bunları iyi bilen bir meslektaş duruşu var.

Evet her zaman söyledim; susanlar da insanlık suçlarına katılmış olur.

O kadar nostaljik kaldı ki bu sözler içim acıyor. Çağın öğretileri geçmişten farklı. Arkamızda kurum gücü neredeyse bitti. Çoğu medya kuruluşu ideolojik kurumlara dönüştü. Başarılı meslektaşlarımız basın danışmanlığı yapmaya mecbur kaldı. Sizin zamanınızda toplum ‘yaz gazeteci’ diyordu. Şimdi ‘yazma gazeteci’ diye fısıldıyor her şey. Araştırmacı gazetecilerin her an damga yemesi mümkün. Ergenekoncu olabilirsiniz, cemaatçi, derin devlet ha keza. Asıl mesele hukuki bozulma. Gazeteciyi koruyacak hukuk sistemi çürümüş durumda.

 Eskiden zorluk ya da yaftalama yok mu sanıyordunuz...

Evet galiba biz asıl ideallerimizden koptuk. Bağımsızlığı, eşitliği, adaleti ilke edinmiş, bir millet olmaktan koptuk. Yanlış hayat doğru yaşanmıyor. Medya bir tezahür. Kimi zaman senaryoların piyonları olmaktansa lanet olsun deyip vazgeçiyorsunuz. Ağır bedeller ödüyoruz.

Biz daha ağır bedeller ödedik küçük hanım. Ama arkadaşlarınıza da söyleyiniz o kadar umutsuz olmasınlar, Bilsinler ki; vurulsak da bu halk bizi unutmadı, unutmayacak’

Niye kalktınız ki, durun gitmeyin. Yazım bitmedi, anlatacaklarım da... Hem sizi bir yerden çok iyi tanıyorum...

''Ben Atatürkçüyüm… Ben, cumhuriyetçiyim… Ben lâikim… Ben antiemperyalistim…

Ben, yobazların, hırsızların, vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım... Öyleyse vurun, parçalayın, her parçamdan benim gibiler beni aşacaklar doğacaktır.''

Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım unutma bizi... Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım unutma bizi..."