Ardımdan neler söyleniyor bir bilseniz… Deprem gibi çok önemli bir korkunç gerçeğe dikkat çekmeye çalışıyorum diye ne kadar müteahhit işbirlikçisi varsa söylenmedik söz bırakmadı benim için. Oraya buraya edilen şikayetler de cabası. Ayrıntıyı, satır arasını, organize zulmü bir yıldır yazıyorum ama ne yazık ki karıncanın çabası gibi oldu yaptıklarım. Tek el uzanmadı beklediğim yerlerden. 30 Ekim depremi sonrası hemen “başlatılan” ve adeta “deprem acısını” yok sayarak abartılan “kentsel dönüşüm” gürültüleri, aslında bu depremin “başka” amaçlar için vesile olmasını sağladı. Bayraklı’da deprem, tarih de vereyim 2021 Ocak ayından itibaren “İzmir dışı” tasarımlarla ciddi bir “nüfus değişim” hissi uyandırıldı.

Özellikle belediyelerin temel işlerden uzak tutulmasının, İzmir’in ihtisas odalarının bilgisine, deneyimine başvurulmaması, hasar tespitlerinin tamamen baştan sağma ve sürekli değiştirilerek yapılması, adres sisteminin dahi alt üst edilmesi sadece Bayraklı halkının dikkatini çekti. Bu da geçtiğimiz cuma günü, üstelik de bendenizin mahallesinde yapılan güya “teslim töreninde” net olarak görüldü.

Kimsenin hakkını yiyemem. O dehşet günlerinde hükümet de belediyeler de kuruluş ve dernekler de elinden geleni yaptı. Ölümlerin acıları “birlikte” durularak hafifletilmeye, sabır gösterilmeye çalışıldı. Tamam da ne oldu da depremin üzerinden sonra üçüncü günden itibaren “hükümet” sadece kendini parlatmaya çalışmaya başladı?

Deprem süreci herkese göre farklı anlatılabilir ama, daha enkazların altından canlı cansız yurttaşlar çıkarılırken verilen “deprem gerçeği” odaklı açıklamalar ne oldu, unutuldu değil mi?  Bir örnek vereyim, Şehircilik Bakanı Murat Kurum 4 Kasım 2020 günü bakın ne demiş: “İzmir birinci derece deprem bölgesi, yeni yapacağımız konutlar zemin artı 5'i geçmeyecek.”

Bakan Kurum depremden üç dört gün sonra “deprem gerçeğine” doğru bir vurgu yaparak kat yüksekliğini açıkladı. Peki bugün nasıl oluyor da kendi partisinin bir vekili ısrarla “emsal artışını” savunarak beş katın üç dört katı yüksekliği savunabiliyor? Eğer “gökdelen lobisinin” ısrarla savunduğu “her zeminde sağlam ve yüksek konut yapılır” gerçekse neden depremde yıkılan binalar 5+1 ve yurttaşların mülk hakları azaltıldı? Yok, bakan bey doğru söylediyse, neden bugün hala Bayraklı’da 10 kat ve üzeri ruhsat verildiği söyleniyor? Neden emsal artışıyla 7’ler 10’lara, 10’lar 15’lere yükseltilmeye çabalanıyor?

Geçen Cuma törenin yapıldığı yer benim mahallem, tören konusu “hak sahiplerine konut teslimi”! Yahu inşaatlar bitmedi ki… Ertesi gün Cumhurbaşkanı gelecek diye, bitmeyen inşaatların altlarındaki dükkanlara kara örtüler çekildi. Camlar takılmamış, içerisi tamamlanmamış diye. Törene katılanların neredeyse tamamı sadece iktidar partisi üyeleriydi. İZDEDA Başkanı Haydar Özkan da artık “kentsel dönüşüme” yoğunlaştığından, doğaldır hükümetin başından “hak” koparmak için katıldı. Törenin yapıldığı binalarda halk sahibi olanlar, sosyal medyada bakan Kurum ve TOKİ’nin kulağını çınlatanlar özellikle çağrılmadı. 

Şimdi gelelim sona…

DEÜ’den ODTÜ’ye pek çok bilim insanı sürekli uyarıyor. Ama 1999’dan beri Türkiye siyasetçilerinin ısrarla “deprem konusunda” bilinçlendiklerini sanmıyorum. Çünkü siyaset yönlendirmesini bu sadece menfaat düşünen inşaat sermayesi yapınca, halkın beklentileri, korkuları, kaygıları da yok sayılabiliyor.

Bir yıldır değişik açılardan yazdım size. Bana Cuma’dan beri ısrarla “köpek” diyenler bilmeli ki, kimsenin borazanı değilim, demokrasiyi yaşam biçimi yapmış bir başkanın çalışma arkadaşı gazeteciyim. Lakin onu da eleştirdiğimi en azından dostlarım biliyor. At gözlüğü takıp siyaset yapanlar, körü körüne biat edenler, dini ticarete alet edenlerin, “insan” gibi bana konuşacaklarına “bilmem kimin köpeği” demeleri ancak “onur” verir ki, cehaletin bu kadar yükseldiğini kanıtlamış oldular. Ha beni “ekmeksiz” bırakmakla tehdit edenlere de bir çift sözüm var, ben geçmişte, bir insan evladının ödeyebileceği en acı bedelleri ödedim.

Şair Nefi’nin asırlar önce yazdığı mısraları biraz değiştirip buraya bırakayım. Anlamayanlar tercümesini “biat” ettiklerine sorsunlar:

“Efendiler bana kelp demiş / iltifatı bu sözde zahirdir, / maliki mezhebim benim zira,

İtikadımca kelp efendilerdir.”

Benden bu kadar… Bayraklı’da bakalım sırada neler yaşayacağız?

KONAK’TA BİR GÜZEL FESTİVAL, AMA?

Konu “İzmir” olunca, kimse kusura bakmasın, çoğunun susmayı tercih ettiği, sosyal medyanın icat edilmediği zamanlarda da ben konuşuyor ve yazıyordum. İstanbul’dan falan gelip ahkam de kesmiyorum, dedemi yok sayıp nutuklar da atmıyorum. Tabii ki soracağım, sorgulayacağım ve tehditlere de aldırmayacağım. Konak Belediyesi, İzmir Musevi Cemaati Vakfı ile 28 Kasım-6 Aralık 2021 arasında “İzmir Seferad Kültür Festivali” düzenliyor.

Harika. Gerçekten anlamlı bir etkinlik. Kim organize ettiyse var olsun. Çünkü İzmir budur her şeye rağmen. Yıllarca emperyalizmin sosyal dayatmalarıyla bize zerk edilen yanlışları böyle etkinliklerle düzeltebiliriz. Çünkü İzmir, kim ne derse desin, dünden bugüne çok kültürlülüğün sentezi bir kenttir. Müslüman, Ortodoks, Musevi, Katolik, Protestan halkların ve bunların kendi aralarındaki farklılıkların da renklendirdiği İzmir, zaman içinde ne yazık ki Osmanlı’nın gerek ekonomik gerekse siyasi gerilemesiyle, ne yazık ki asırlarca “bir” yaşadığı kardeşleriyle de düşman edilmişti. Katoliklerin zulme tabi tuttuğu Musevileri, Osmanlı kurtarmış, kabul etmiş ve renklerine renk katmıştır. Lakin sanayi devrimiyle “paranın” tadını alan güçler, birer emperyalist canavar olarak Osmanlı’ya üşüştüler. Size 16 Ağustos 1838 anlaşmasını özellikle öğrenin dememin nedeni işte bu “sömürgeleşme sürecimizdir.”

Konak Belediye Başkanı Abdül Batur’u, bir ağabey, bir dost olarak en az 30 yıldır tanıyorum. Eleştirdiğim de oldu açık desteklediğim de. Bu etkinliği ilk duyduğumda açıkçası sevindim. Çünkü özellikle sevgili Siren Bora sayesinde İzmir Musevi tarihiyle ilgili çok bilgi edindim. Festival için bir video hazırlandığını öğrendiğimde, tekrar tekrar izledim. Replikleri ayrı ayrı dinledim. Bir Musevi yurttaşımızın, bir sinagogdaki görüntüsüyle başlıyor, ritüelini icra ettikten sonra “Bu şehrin her sabahında benim gülen yüzüm var, çünkü ben İzmirliyim” diyor, ardından bir Roman yurttaşımız, mahallesinde “Bu şehrin her şarkısında benim sesim var, çünkü ben İzmirliyim” diyor, bir Rum yurttaşımız kilisesinde mum yaktıktan sonra “Bu şehrin dününde, yarınında izim var, çünkü ben İzmirliyim” diyor, bir AfroTürk yurttaşımız, Atatürk fotoğrafı altında “Her sevincinde payım var, çünkü ben İzmirliyim” diyor. Ardından bir levanten yurttaşımız “Bu şehrin her heyecanında atan bir kalbim var, çünkü ben İzmirliyim” diyor. Ve son olarak Konak Belediye Başkanı Abdül Batur, arkasından çekilen ilk görüntüde, sayfalarını çevirdiği kitapta, “Hacı Mehmet Ağa (Müftü) Camisi’ne” sayfasında kafasını kaldırıp “Bu şehrin farklılıklarına inancım var, çünkü ben İzmirliyim” diyor ve festivale hepimizi davet ediyor.

İtirazım mı var? Asla… “İzmir Seferad Kültür Festivali” konseptinde, farklı renklerin kendi mesajları dikkate değer. Hangi etnik ya da dini grup neye göre seçildi bilemem ama “kötü niyet” olduğuna da inanmam. Festivalin logosundaki “hamsa” ise ayrı bir anlam taşıyor. Üç dinde de karşılığı olan bu şekil, üç dinin mensupları tarafından da “kutsal” sayılıyor.

Festivalin geneline tabii ki “Musevi” kültürü egemen. Sinagog gezilerinden başlıyor, Hanuka bayramı ile bitiyor. Peki, farklı din ve kültürlerin “çünkü İzmirliyim” vurgusu başka bir merakı da uyandırmıyor mu sizce? Eğer bu “Musevi” festivaliyse diğerleri neden var, diğerleri olacaksa “eksikler” yok mu?

Aslında bu anlamlı festival bana başka bir ihtiyacı da hissettirdi. Ne yazık ki “İzmirlilik” şuuru, yıllar boyunca üst iradelerin ve etkin şahısların, İzmir’i gerçekte bilmemeleri yüzünden ve belki de bazı kompleksler nedeniyle hep başka yabancı kentlere benzetilmeye çalışıldı. Oysa İzmir Musevi, Hristiyan, Müslüman kültürlerinin İzmir’de örnek karşılıkları vardı ve görülmedi. Tabu haline getirilen, konuşulması ve yazılması yıllarca engellenen Rum, Ermeni gerçekliklerinin ardında acaba ne vardı? Levanten gerçeğininse sadece “romantizm” tarafının öne çıkarılması acaba nelerin “gizlenme” paniğiyleydi?  Ya da İzmir’in 200 yıl önceki “garip guraba, fikir fukara” kesimleri içinde “kimler” vardı “kimler” kesinlikle yoktu?

Konak Belediyesi Başkanı sevgili Abdül Batur’u kutluyorum. Çünkü bu festivalle, emin olduğum bir ihtiyacı bir kez daha hatırlattı bana. İhtiyaçsa şudur: Ayırmadan, ötekileştirmeden, yok saymadan ve “at gözlüğü” takmadan İzmir’i konuşalım. Eminim diyecek lafı olan çoktur İzmir’de. Tabii İstanbul’dan, özünde İzmir’i aşağılayıp, çıkar amaçlı üs kurmak için gelen kerameti kendinden menkul “maymun bar” aydınlarını ve “resmi tarih” borazanlığıyla emperyalizme hizmet edenleri çağırmadan…

Bazı dostlar benim bu yazımı beklediler… Ama emin olsunlar ki “ben ne yazdığımı” biliyorum. Değerli Musevi kardeşlerimin de kutsal Hanuka BayramI'nı yüreğimden kutluyorum.

“NUTUK” CUMAYA…

Gündem zorunlulukları dayatıp duruyor bana. Yazacağımı söylediğim “NUTUK” konusunu cumaya bıraktım. Aslında iyi oldu, zira okumayı bitiremedim Zafer Toprak’ı.