Haber/ Emel Eylem Yılmaz

Suriye’nin Dera kentinde 15 Mart 2011’de Beşar Esad rejimine karşı başlayan barışçıl gösteriler Nisan 2011 tarihinde ülke geneline yayıldı ve Suriye Ordusu’nun göstericilerin üzerine ateş açmasıyla ülkede başlayan iç savaş hâlâ çözüme kavuşamadı. 10’uncu yılına giren savaş nedeniyle yüzbinlerce Suriyeli hayatını kaybetti, milyonlarcası başka ülkelere göç etmek zorunda kaldı. Ve kadınlar, en çok kadınlar ve çocuklar etkilendi bu savaştan, bu göçten…

Savaşın yarattığı yıkımı kanlı bir bohça gibi sırtında taşıyan; hiç bilmedikleri bir ülkede gelecek kurma mücadelesi veren; savaşı hayallerine tutunarak yenen kadınlar… Onların direnci hayallerine olan inançlarından geliyor. Suriye’nin Şam, Halep ve Humus kentlerinden çıkıp İstanbul’da hayallerini gerçekleştiren dört kadının hikâyesi için buyurun.

Hikâyelerini dinlerken akla Gülten Akın’ın dizeleri geliyor: Git oldu can, sürgün geldi dayandı. Her bahar, her yaz gurbette. Sılaya dönmesi olur velakin, ne sılamız belli, ne gurbetimiz…

Shamma 26 yaşında

26 yaşındaki Kawthar Shamma sılası belli olmayanlardan. Humuslu. Üç sene önce,üç gün süren aç, susuz ve çocuklarının ölümüyle tehdit edildiği bir yolculuğun sonunda İstanbul’a gelmiş. Geriye dönmek istemiyor. “O korkunç günleri hatırlamak istemiyorum” diyen Shamma şunları dile getiriyor: “Yaşadığım yer rejim güçlerinin kuşatması altındaydı. Dışarıyla hiçbir bağımız yoktu. Yiyecek ve içecek alamıyorduk. Elde olanlarla idare ediyorduk. Öğrenciydim. İzin kâğıdı alarak geçiyordum. Günde bir kez geçiş izni verilirdi. Ekmeği, pirinci ezip un haline getirir ve sonra onu yoğurarak yapardık. İki kilodan fazla veya az hiçbir bir şey alamazdık. Sonra bunlar da kaldırıldı. UNICEF’in üç ayda bir gıda yardımları geliyordu. O yardım da bir yere kadar yetiyordu. Dört yıl böyle yaşadık. Sonra bizi Halep’te bir ilçeye taşıdılar. Altı ay da orada kaldık. Hayat şartları çok kötüydü. Çocuklarımız için ayrılma kararı aldık. Üçüncü çocuğuma hamileydim. İlk önce eşim legal olarak Türkiye’ye giriş yaptı. Ben maalesef kaçak olarak geldim. Bölge çok tehlikeli olduğu için bazı yerde yürümek, bazı yerlerde de üç tekerlekli kamyonet kullandık. 10 kişiydik. Kamyonetin küçük bagajında üzerimize örtülen örtünün altında hiç kımıldamadan yolculuk ettik. Aç ve susuz üç gün sürdü yolculuğumuz. Sınırı yürüyerek geçtik. Kaçakçılar yolları bildikleri için mecburen onlara 4 bin 500 dolar ödedik. Hala yakınlarımıza bu borcu ödemekle uğraşıyoruz. Yolculuk boyunca tek tesellim yeni bir hayat olacağı inancımdı. Orada psikolojik danışmanlık ve rehberlik okuyordum. Burada tamamlamak istediğimde denklik istendi, verdim ama beni birinci sınıftan başlattılar. Şu an ikinci sınıftayım. Aksaray’da oturduğumuz sırada komşuların ayrımcılığından rahatsız olduk ve Fatih’e taşındık. Koronavirüs salgını başlayınca interneti daha fazla kullanmaya başladım ve online iş yapabileceğimi fark ettim. Bir web sitesi açıp hediyelik eşya satmaya başladım. Online satış yaparken sosyal medyada İNGEV’e denk geldim ve onların desteğiyle Deniz Butik adıyla şirketimi kurdum. İş hayatı bana çok iyi geldi. Şimdi dört çocuğuma tek başıma bakabilirim.”

Sıfırdan hayat kurmak

Rama Mousali, 26 yaşında ve yazılım mühendisi. Aydın Üniversitesi, mühendislik fakültesini birincilikle bitirmiş. Halep’te çok rahat bir hayat yaşarken burada sıfırdan hayat kurmak onu çok etkilemiş, okulunu part time çalışarak ve derslerindeki başarısıyla burslu bitirmiş. Mousali şunları söylüyor: “Suriye’de yaşarken çalışmaya ihtiyacım yoktu. Çok iyi bir hayatım vardı. Babamın bir fabrikası vardı. Oradayken okurken ekstra kurslara gönderirlerdi. Güzeldi ama aynı zamanda ailem benden çok şey bekliyordu. Çok çalışıyordum. Bu o zamanlar tek sıkıntımdı. Sonra annemi kanserden kaybettim. Birkaç yıl sene sonra da savaş başladı. Herkes kaçmaya başladığında babama sürekli 'gidelim' derdik. Babam hep, 'Her şey iyi olacak, korkmayın' derdi. Sonra her şey daha kötüleşti ve canımızı korumak için çıkmak zorunda kaldık. Biz çıktıktan hemen sonra da evimize bomba düşmüş, odama… Komşumuzun attığı fotoğrafla görmüştüm ve çok üzülmüştüm… 2013’te İstanbul’a önce babam gelmiş ve burada ev ve iş bulmuştu. Sonra kardeşimle 36 saat yolculukla Beyrut’tan geldik. Buraya gelince bambaşka bir hayat yaşamaya başladım. Çalışarak okumak zorunda kaldım. İlk yıl gerçekten çok zorlandım. Her şeyi sıfırdan kurmak zorunda kaldık. Bu çok zor bir şey… Ablam Dubai’de, abim Almanya’da yaşıyor. Herkes başka yerde… Hepimizin bir arada olduğu evimizi özlüyorum. Arkadaşlarımı özlüyorum. Herkesi tanıdığımız bir yerden hiç kimseyi tanımadığımız bir yere uzandı hayatım… Birinci sınıftayken tanıdığım insanların web sitelerini yapmaya başladım. Sonra ABD’li bir şirkettepart time çalışmaya çalıştım. Üç ve dördüncü sınıfta da yine yabancı bir şirkettepart time çalıştım. Okulu birincilikle bitirdim. Mezun olduktan sonra girdiğim bir şirkette bir ürün geliştirdim ve onun patentini aldıktan sonra yazılım geliştirmeye başladım. Türkiye’deki büyük bankalara sunumlar yaptım. 2020 Eylül ayında da bu şirketten ayrılıp kendi şirketimi kurdum. Almanya, İsviçre ve İngiltere’de bulunan üç şirketin yazılım işini yapıyorum. Buraya ilk geldiğimde her şey çok zordu. Türkçe hiç bilmiyordum. Hep yapamayacağım diye düşünüyor, korkuyordum. Sonra yazılımı yapacağım diyerek ve hep onunla ilgili çalışmaya başladım. Hedef koydum kendime: okul birincisi olacağım. Ve oldum. İnsan kafasına koyduğu bir şeye ulaşabilir, bunun örneğiyim. İnanmak yeter.”

Göçmen kadın olmak

Sima Alkonavati ile devam ediyoruz. Alkonavati 43 yaşında, mimar. Mesleğini çok sevse de en büyük tutkusu öğretmenlik. Şam ve Halep’teki üniversitelerde 12 yıl öğretmenlik yapmış. Savaş ilk başladığında rejim askerleri üniversitesini kuşatma altına almış ve öğrencilerinin hepsini gözünün önünde darp ederek götürmüş. 2012 yılında önce Lübnan’a göç etmişler. 'Nasıl olsa bitecek, yakın yerden çabuk döneriz' diye düşünmüşler. Sima Alkonavati, “Bitecek, bitecek derken her şey daha kötüye gitti. Çok hazırlıksız yakalandık, sürpriz oldu… İş yerlerimiz zarar gördü. Eşimin ofisine bomba düştü. En büyük zorluğu Lübnan’da yaşadık.Suriyelilerin çalışması kanunen yasaktı. Karaborsa olarak çalışmak zorunda kalınıyordu. Para talep etmeye hakkınız yoktu. Hayat gittikçe zorlaşınca da Türkiye’ye gelmeye karar verdik. Burada herkes bize el uzattı. İlk yardımcı olan da bir Türk’tü. Koltuk takımı almak için mağazasına gittiğimizde işimizi öğrenince bize boş, küçük bir odasını ofis olarak verdi. Buraya geldikten iki ay sonra fuarlara katılmaya, çalışmaya başladık. Kendi mesleğimiz olduğu için buradaki tanıdıklarımız aracılığıyla hızlıca piyasaya girebildik.Kadın olmak zor ama Suriyeli, göçmen kadın olmak double zor. Ayrımcılıklarla karşılaşabiliyoruz. Ama ben bunlara ayrımcılık demiyorum, çünkü kültür farklılıkları ve dil bariyeri var. Sosyal medyada İNGEV’le tanıştıktan sonra tüm toplantılara katılabilmeye başladık. Projemize destek alabildik. İşlerimiz daha da büyüdü. 50 metre karelik bir ofisten iki katlı bir yerde kendi çizdiklerimi üretebiliyorum. Şimdi en çok akademisyenliği özlüyorum. Burada başvurdum birkaç tane üniversiteye ama kabul edilmedi. Bunun çalışmaya devam edeceğim. Herkes yapmak istediğine inansın, inanmak başarıyı getiriyor. İnanın başaracaksınız. Asla pes etmeyin.”

'Tüm zorlukları göze almak zorundaydım'

Aya Arafa da Şamlı, 25 yaşında genç bir eczacı. Buraya ailesini geride bırakarak tek başına gelmiş. Arafa şunları söylüyor: “Ülkemde olan devrimden sonra hayatım çok değişti, sadece benim hayatım değil oradaki tüm insanların hayatı değişti. Su, elektrik gibi temel ihtiyaçlarımız bile bizim için gerçekleşmeyen bir hayaldi. Bununla birlikte canımızı tehdit eden her türlü zulüm vardı. 2014 yılında Şam’da Eczacılık fakültesinin ikinci sınıf öğrencisiydim, okula gittiğim her gün aynı şeyi düşünüyordum, 'ya yanıma bir bomba düşerse, ya aileme kavuşamazsam.' İçimdeki bu korku beni bitiriyordu. Depresyona girdim ve artık bu hayatı yaşamak için bir anlam arıyordum. Bir arkadaşımın önerisi ile Türkiye’deki Eczacılık fakültelerine başvurdum ve Trakya Üniversitesi’ni kazandım. Suriye’deki derslerim sayılmadı ve sıfırdan başladım. 19 yaşındaydım, ailemden uzak yalnız bir kızdım ama ona rağmen razıydım. Çünkü artık bir hedefim vardı ve bu hedefi gerçekleştirmek için tüm zorlukları göze almak zorundaydım. Çok iyi hocalarım ve arkadaşlarım vardı. Okula ilk başladığımda arkadaşlarım çok şaşırmıştı, 'Ama sen beyazsın, açıksın nasıl Suriyeli olursun?' demişlerdi. Bazı ayrımcı ifadeler oldu ama genel olarak çok iyi geçti ve 2020 yılında çok iyi bir puanla mezun oldum. Şu an bir hastanede eczacı olarak çalışıyorum. Burada yaşadığım en zor şey ailemden uzak kalmaktı. Hiç Türkçe bilmiyordum bu da çok zorlamıştı. Ama arkadaşlarım sayesinde hızlıca öğrendim. Beni en çok mutlu eden şey, okulu bitirdiğimde babamın gözlerindeki mutluluğuydu. Çalışma ortamım, okul ortamımdan çok daha iyi. İş arkadaşlarım çok iyi. Buradan benim gibi genç ve yolun başındaki göçmen kadınlara asla vazgeçmeyin diye seslenmek isterim. Çok zor biliyorum ama asla pes etmeyin.”