Geçtiğimiz günlerde çok sevdiğim ve değer verdiğim bir dostum, “Allah aşkına şu Alman Kulesi meselesi nedir? Tepecik taraflarında böyle bir kule olduğundan söz ediliyor ancak ben de gittim baktım fakat kule mule göremedim. Nedir bu işin aslı astarı?” diye soruverdi. Dostum İzmir Tarihi’ne meraklı, konuyla ilgili araştırma ve inceleme kitaplarını neredeyse eksiksiz okuyan iyi bir İzmirli iyi bir okuyucuydu…

Öncelikle şunu hemen söylemeliyim ki; evet Tepecik’te “Alman Kulesi” olarak anılan bir mevki var ve bu mevkinin bu ismi almasının kökeninde burada bir Alman’ın yani İgnatz Müller’in evi, bağları ve şarap fabrikası olmasıydı.

BATI ANADOLU’DA KULE EV

“İzmir Memleket Hastanesi kurucularından ve hastanenin ilk müdürü olan dedem Ali Vehbi Efendi’nin soyadının verildiği Bozyaka’nın ‘Kilimtepe’ mevkisindeki bağımızda dünyaya gözlerimi açtım. Bozyaka’daki düzgün ve bakımlı bağlar içersindeki temiz ve bakımlı evlerde hayatından memnun, dünya hadiselerinden habersiz uyuyan ve uyutulan halk çoğunluğu sessizlik ve huzur dolu bir yaşam içinde yaşıyordu. Kanaatkârlık duygusu kökleşmiş ve herkes bu fakir ve gösterişsiz hayatı hoş görmeye alışmıştı. Halkın hepsi Türk’tü. Doktorlar hastalarına sağlıklarına kavuşmaları için Bozyaka’da dinlenmeyi öğütlerlerdi.”

Şahabettin Ege “Eski İzmir’den Anılar” adlı kitabında böyle güzel güzel anlatır Bozyaka’daki bağları, bağ evlerini ve kendi çocukluk günlerini…

Evet, Batı Anadolu’da şehir dışında ve bağ-bahçe içindeki evler kule olarak adlandırılırdı: “Ege Bölgesi’nde görülen ev tiplerinin en eskisi Kule tipi evler olup, onu Musandıralı evler ve bugün de yaygın olarak inşa edilen Sakız tipi evler görülmektedir. Musandıralı ev, daha çok toprakla uğraşanların yaptığı dikdörtgen plan şemasında bir ev türüdür. Sakız tipi evin dış ölçüleri musandıralı evdekine yakındır, eve uzun kenardan ve doğal yönelme doğrultusu olan güneydoğudan girilir. Kule ev, Bodrum kale içindeki eski yerleşmelerden sonra kale dışına taşınılınca ilk yapılan konut tipi kule ev olmuştur, daha sonra çevreye yayılmıştır. Yerleşik halkın bu isimle adlandırdığı ev tipi, esasen altında ahır katı olan musandıralı ev tipinin bir çeşididir. Kulenin zeminden bir kat yukarıdaki girişine dıştan merdivenle çıkılır.” (İmre Özbek Eren-Bahar Aksel-Ece Postalcı/Ege Yerleşmelerinde Mekânsal Kimlik ve Kültürel Etkileşim, 10-13 Mayıs 2010 Uluslararası Sempozyum-Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi-Türk Sanatı Tarihi Uygulama ve Araştırma Merkezi)

İZMİR'DE KULE EVLER

Süleyman Ağa ve Hasan Efendi’nin Kule Evleri: 19. yüzyılın ilk yarısına ait İzmir yerleşimini gösterir anonim bir Alman haritasında Kemerköprü ve Tepecik civarı da gösterilmiştir. Haritanın yapıldığı dönemde bu bölgede birisi tepenin üzerinde (Hasan Efendi Kulesi), diğeri onun karşısında (Süleyman Ağa Kulesi) olmak üzere iki kuleye yer verilmiştir.

Süleyman Ağa Kulesi olarak gösterilen yanlış bir gravür: 1678 ve 1680 yıllarında kente gelerek erken bir dönemde kentin çok değerli gravürlerini yapan Hollandalı Seyyah Cornelius de Bruyn’ün “Haselaar”da (Hacılar/Bornova) bir Hollandalı tüccara ait olduğunu belirttiği av köşkü yaklaşık 150 yıl sonra ortaya çıkan bir kule ev olan Süleyman Ağa Kulesi adı altında yanlış bir bilgi olarak kitaplara dahi geçmiştir!

İgnatz Müller’e ait Alman Kulesi: 19. yüzyılın ilk yarısında Hasan Efendi Kulesi’nin bulunduğu Tepecik üzerindeyse 1876 tarihli Lamec Saad’ın İzmir Planı’nda herhangi bir yapı görülmemektedir. Ancak bu tarihten sonra oluşmaya başladığını düşündüğüm Alman İgnatz Müller’e ait şarap fabrikası ve çevresindeki bağlar dolayısıyla bir zamanlar Hasan Efendi Kulesi’nin yer aldığı tepe -Islahat Fermanı ile başlayan yabancıların mülkiyet edinmesiyle ilgili düzenlemeler sonucunda- el değiştirerek İgnatz Müller’e geçmiş olmalıdır. Kartpostallarda da görüldüğü üzere bu tepenin üzerinde fabrikanın sahibi Müller’e ait olan ve bu mevkisinin Alman Kulesi olarak anılmasına yol açan kule ev yer almaktadır.

Dolayısıyla bu bölgede Alman Kulesi diye bir mevki adının ortaya çıkması Türklerin bu tür evleri -yukarıda da belirttiğim gibi- mülkiyet sahibinin adıyla anmasına bağlı olarak -Ignatz Müller’in Kulesi demeyeceği için(!)- Alman Kulesi olarak anılması şeklinde olmuştur. Tıpkı Karataş’taki “İngiliz Bahçesi” ve daha ileride mevki adı olarak anılan “İtalyan Bahçesi” adlarında olduğu gibi…

JOHANNES HALLBAUER’İN GÖZLEMLERİ

Nisan 1892’de Karl Humann’ın davetlisi olarak üst düzey bir Prusyalı diplomat olan Johannes Hallbauer İzmir’e gelir. Humann bu itibarlı konuğunu İzmir’deki konutunda ağırladığı gibi demiryolları aracılığıyla çevrede gezintilere çıkarır. Menderes Magnesiası ve Bergama gibi çalışma içinde olduğu antik kalıntılara refakat eder.

Hallbauer Berlin’e dönünce bu gezi boyunca edindiği izlenimlerini kitaplaştırır. Bu izlenimleri arasında Humann ile birlikte İgnatz Müller’in şarap fabrikası ve mahzenini ziyaret izlenimlerine de yer verir.

“29 Nisan (1892) öğleden sonra Bay Ignatz Müller'in şaraphanesini ziyarete gittik; bu sevimli insan, bizi,  şaraphanesinin çeşitli mahzenlerinde -tabi ki her birinin tadına baktırarak- dolaştırdı ve en beğendiğimiz şişe yukarı çıkarılarak evin önünde bir güzel içildi. Evin çevresi göz alabildiğince bağdı. Burada en dikkat çeken şey, devasa büyüklükteki iki sarnıç oldu; kapasitelerini şimdi unuttum, fakat zannediyorum 25 bin litre belki de daha fazlaydı. Silindir şeklinde inşa edilen bu sarnıçlar, depremlerden de oldukça zarar görmüş; çünkü bu değerli içecek sarnıçların çatlak yerlerinden sızıyordu.”

İşte bu mevkinin Alman Kulesi olarak anılmasının öyküsü böyle… Yani bu isimdeki kule ifadesine dayanarak buralarda kule aramak boşuna uğraş olur… Bu bağlamda bu örnek, kentin mekân-hafıza ilişkisine yönelik iyi bir örnek olsa gerek…