Yazan/ Ahmet Serkan ULAŞ (Tüm Yerel-Sen İzmir 1 No'lu Şube İdari Sekreteri)

Emekçilerin sınıf çıkarları için bir araya gelerek örgütlendiği sendikalar kesinlikle örgütlenme amacına yönelik olarak ülke siyasetine yön vermelidir. Ülke siyasetine yön verecek olan sendikalar yine kesinlikle her hangi bir siyasi partinin arka bahçesi ya da yan kuruluşu gibi davranmamalıdır. Ülke siyasetine yön vermek isteyen sendikalar siyasi partiler arasında emek eksenli ve emekçiden yana politika üreten siyasi partiler ile güçlü bir bileşen olarak var oluş nedenine uygun davranmalıdır. Ve sendikalar, sınıf temelli örgütlenirken etnik, ırkçı ve gerici söylem kullanmadan tam bağımsız bir ülkede ve özgür bir toplumda bütün sömürülen emekçilerin hakkını savunan yapılarıyla iktidarlar üzerinde bir baskı unsuru olmalıdır. Sınıf temelli örgütlenen sendikalar içinden çıktığı toplumun milli ve manevi değerleriyle kavga etmeden her türlü gerici yobazlığa, ırkçı faşizme ve etnik bölücülüğe karşı emek cephesinin ve toplumsal barışın önder gücü olmalıdır.

Bu noktada sendikalar ve siyaset ilişkilerinin niteliğinin tartışılması gerekir. Bilindiği gibi siyaset iki türlü yapılır. Birincisi dar anlamda siyasettir, bir partinin adı ve amblemi, rozeti ile siyaset yapmaktır. A partili, B partili, C partili olmaktır. O partinin lehine, diğer partilerin aleyhinde veya karşısında olmaktır. Kendi partisinin iktidara gelmesi için çalışmaktır. Kendi partisinin doğru yolda, diğer partilerin yanlış yolda olduğuna inanmaktır. Sendikalar bir parti ile bu tür bir ilişki içerisinde iseler, diğer partilerin de karşısında olmak durumundadırlar. Çünkü partinizin başarılı olması diğer partilerin başarısızlığına, iktidar olması ise diğer partilerin iktidar olmamasına veya iktidarı kaybetmesine bağlıdır. İkincisi geniş anlamda siyasettir. Geniş anlamda siyaset, ülkede uygulanan veya uygulanması düşünülen sosyal politikalar karşısında tavır almak, gerektiğinde karşı koymaktır. Yanlışları önlemek, eksiklikleri gidermek için mücadele etmektir. Hakların öncelikle korunması, sonra ise geliştirilmesi için bitmek bilmeyen bir çaba içinde olmak demektir. 

Memur sendikacılığının başladığı 1990’lı yıllarda, hızlı örgütlenme ve memur eylemlerinin yaygınlığı, örgütlülüğü ve örgütlü gücü siyasi partilerin iştahını kabartmıştır. Türkiye'de memurlar 4688 Sayılı Yasa uyarınca 2012 yılından beri hükümetlerle toplu pazarlık masasına oturmakta, masadan bazen uzlaşma bazen uzlaşmazlık çıkmaktadır. Bazen de son örnekte görüleceği gibi “danışıklı döğüş”e dönüşen uzlaşmazlık çıkmaktadır. 

Yan kuruluş sendikalarının toplu sözleşme yaklaşımları da ilginçtir. Sendikanın partisi iktidarda ise, iktidarı zora sokmamak için hiçbir şey istememek, hatta iktidara yardımcı olmak için kazanılmış haklardan vazgeçmek olağandır. İktidarı zora sokmak, “davaya ihanet”tir çünkü. Sendikanın partisi iktidarda ise, “Herkes bizimle uğraşıyor, bir de siz sorun çıkarmayın”; “Biz zaten gerekeni yapıyoruz” masalı dinlenir. Sendikanın partisi muhalefette ise; hükümet o sendikayı başka partinin sendikası diye “adam” yerine koymaz. Zaten parti sendikalarının “sendika” sadece adlarındaki bir takıdan ibarettir. Eklemek gerekir ki, parti sendikalarının yöneticilerinde en önemli beklenti seçimlerde partilerinden aday olmaktır. Yani sendika yöneticilikleri, üyelere ve memura hizmet yeri değil, kendilerine belediyelerde müdürlük ya da daire başkanlığı koltuklarına oturmak için  basamak olarak kullanılmaktadır. 

Velhasıl parti sendikacılığının olduğu yerde ortada memur da yoktur, memurların sorunları da. 2002 yılından beri yapılan toplu pazarlıklarda sonuç alınamayışının, dişe dokunur kazanım elde edilemeyişinin, son toplu sözleşmenin hüsranla sonuçlanmasının temel sebebi budur.