Bu köşede ne yazıyorsam kelime kelime bana ait… Kimsenin borazanı da değilim, düşüncemi üretirken babam olsa biat etmem. Evet, biliyorum sadece “para gücü” olan lakin yüreğinde zerre sevgi, milli sadakat, inanç, halka saygısı olmayan ve sadece “oynayan” dünya kadar “zavallının” dolaylı saldırısına tabiyim yıllardır. İsimlerinin, şan ve servetlerinin, makam ve unvanlarının da zerre önemi yok. Çünkü bugüne kadar gördüğüm gibi, onların da bazılarının “gittiklerinde” ne kadar çabuk unutulacaklarına şahitlik edeceğim. Zavallı varlıklarının, sadece kibir ve parayla ayakta durduğunu belki son anlarında fark edecekler ama, cansız bedenlerini toprağın dahi kabul etmeyeceği mezarlarında, birinin bile kabirlerinin yeşillenmediğini biliyorum.

Neden bu kadar sert ve duygusal girdim konuya?

Çünkü inanın menfaatin hakimiyetinde, siyasi veya etnik farklılıkların önemi yok İzmir’de de. Bir zamanlar farklı sermaye gruplarının sabahtan ikindiye AK Partili ve hocacı, ikindiden geceye CHP’li ve ritüelci olduğunu hep söylerdim. “Gelene ağam gidene paşam” denmesi egemen olduğu için iki yakamız bir değil, milli sınırlarımız “kevgir”, arsız müteahhitler “ağa”, ormanlarımız “kül”, denizlerimiz “salya sümük” oluyor.

Yağcılık ve yalakalık öyle önemli değer (!) oldu ki, kibir sahibi cahil makam sahipleri, inanın memleketi cehenneme çeviriyor. Hayat yaşanmaz hale geliyor, dağdan gelen bağdakine “üzüm” anlatıyor, bağdaki dağa çıkınca “rüzgârdan” bahsediyor. Ve külliyen cehaletin bayrağı ülkemin her burcunda dalgalanırken, mevki makam sahipleri, hareket halindeki araçtan oyuncak kutularını, çay paketlerini “insan” olanlara mı veriyor yoksa “tecrit kampının” telleri üzerinden zoraki iyilik mi yapıyor belli değil!

Ama garip olan, herkes herkesi eleştiriyor, kimse kendini “yanlışa” koymadan bu tehlikeli ve tekerrür eden tarihin yeteneksiz figüranlığını yapıyor.

Çok eskiyi bilmem, yalanın bu kadar revaçta olduğunu hatırlamıyorum. Ne yazık ki yalan, garip ama her zümrenin, her topluluğun, her sermaye grubunun, her siyasi hareketin “uzmanca” yürümeye çalıştığı bir yol.

Temmuz sonunda sanki “eş zamanlı” başlayan (başlatılan mı desem acaba?) orman yangınları kaygılarımıza kaygılar ekledi.

Sanki ilk kez orman yangını oluyormuş gibi yapanlar, daha önceki, ondan önceki yangınların sonrasında arsız ve yüzsüz müteahhitlerin çabalarını bilmiyormuş gibi davrandılar. Yangınlar sadece “uçak vardı yoktu” tantanasına indirgendi. Atatürk kokulu Türk Hava Kurumu’nun mevcut iktidar tarafından 2002’den beri sevilmediği hep unutuldu. THK’nun durumunu tartışmak için yangın mı beklenmeliydi?

Dünyadaki tehlikeli iklim değişiklikleri hangi TV kanalında doğru insanlara soruldu? Gündemde neden tutulmadı? Su, hava değişimleri neden ders olmadı? Neden yangınlarda hep sabotaj ihtimali konuşuldu da orman çevrelerinde o kahrolası menfaat odaklı saçma turizm yapıları tartışılmadı? Ormanlık alan ve çevrelerinde olağanüstü nüfus artışları, betonlaşma, karbon salınımı gibi unsurlar neden konu edilmedi?

Yüreğim yanıyor orman yangınlarında ölenler için. Ne acı… Ölüm tabii ki kaderden ama, “insan” gibi kalabilseydik, ruhumuzu “para şeytanına” tabi kılmasaydık belki ölmezdi o emekçiler.

Olağanüstü sıcak günler yaşıyoruz, farkında değiliz. Ama hepimiz “deniz, kum, güneş” sevdasıyla neredeyse ceketimizi satacağız. Fakat hayatın iklimsel zorlaştığını ısrarla görmüyoruz.

İşte Çiçekliköy, Menderes, Yamanlar Dağı ve çevresi… Onca söylenti, girişim hep doğayı katletmeye yönelik. Saçma sapan enerji politikaları Karaburun’u bile mahvetti. Halk için yol yapmayan iktidar, yandaş ve sevgili enerji şirketi için İzmir-Karaburun otoyolunu yaptı. Halkım da sevindi. Oysa o yol, o şirketin dev kamyonlarının rüzgâr tribünü taşıması içindi. Ama halkım fark etmedi bile… Çünkü fark ettirecek ne kadar gazeteci varsa çeşitli yöntemlerle “infaz” edildi. Yani insan kaybetti, pelikanlar kazandı!

İHANETİN DANİSKASI

Bornova Çiçekliköy’de birileri inanılmaz tehlikeli bir çaba içinde. Yazdım, konuştum aldıran yok. Bir tane iktidar ya da muhalefet mensubu arayıp da sormadı. Okunmadığı için değil yazılarım, açıkça “yok sayıldığı” için. Altı bin konutun Çiçekliköy orman içine yapılmak istenmesinin ve bunun İzmir hatta Manisa’yı da etkileyecek başta ekolojik sorunları yaratacağını bir düşünün.

Balçova’da yapılan o beton ve çirkin kazuletin güzelim İstinye ile ne ilgisi var? O bölgedeki nüfus artışını, araç ve egzoz yoğunluğunu düşünün. Orada öyle bir tesise kentin ihtiyacı var mıydı? Bu kente ihanetin daniskası değil mi? Ama bakıyorum da hiç ummadığım bazı “sevgi pıtırcığı” tanıdıklar hararetle burada “bir şeyler yapacakları” günleri düşünüyor. Tavsiyem, ilk açıldığında bir konferans tertip etsinler, konu da şu olsun: İzmir’in havasına, suyuna ihanetin gizli tarihi!

Hiç durmasınlar şimdi, o muhteşem gövdeleriyle beni Vali, Başkan hatta Reis-i Cumhura şikâyet etsinler. Hatta “yine” o çok sevdikleri riyakârlıkla önce ekmeğimden etsinler sonra da arayıp “çok üzüldük” desinler. Yolumdan dönersem şerefsizim!

Çiçekliköy ve Kaynaklar’da yıllardır süren “zengin” ve “kaçak” yapılaşmaları görmeyenlerin “sağlıklı kentler” söylemlerine hep gülerim. Hele o bitmez tükenmez servetleriyle Milano'ya, Barselona’ya gidip dönüşte de utanmadan “neden İzmir öyle olmasın” diye tavsiye yazdıklarını unutamıyorum! İnciraltı’nda gariban vatandaş, atasından kalan toprağa yıllardır bir şey yapamadan, sağda solda işçilik yaparken, sanayicisinden futbolcusuna “ünlü ve zengin” olanların milyonluk villa görünümünde “malzeme deposu” yapmalarını da unutamıyorum.

Kim bilir ki o yanan güzelim orman alanlarında son yirmi yılda neler yaşandı?

Nasılsa “timsah gözyaşlarını” ve “çene suyu çorbayı” çok seviyoruz. Ama unuttuğumuz bir ayrıntı var ki, tabiat, kendine yapılan ihanetleri asla unutmaz, unutmuyor da!

***

O “ÇIĞLIKLAR” DUYULDU MU?

Aslına bakarsanız, İzmirli depremzedelerin Gündoğdu’da buluşma amaçlarıyla, orman yangınlarındaki kaygımız aynı.

Cumartesi buluştuk depremzedelerle. Evlerini, sevdiklerini kaybeden yurttaşlarla. İZDEDA Başkanı Haydar Özkan hem heyecanlıydı hem de endişeliydi. Herkesi davet ettiler aslında. Özellikle de milletin vekillerini. Israrla vurguladı “Günebakan” ablamız, ısrarla vurguladı Haydar Özkan: “Bizim siyasetle işimiz yok, olamaz. Biz huzurlu güvenli yaşam derdindeyiz” diye. Beklentilerini anlattılar. Onlar beklenti değil yapılması gerekendi. Şehircilik Bakanlığı, devletin temsilcisi olarak tüm Bayraklı’yı müteahhitlere teslim etti. Depremzede bir anda “kentsel dönüşüm” objesi oluverdi. Kendilerine yetecek kadar ev isterlerken, kümesten biraz büyük evlere razı edildiler. Bedeller olağanüstü fazlaydı. Bunun adı depremzedeye destek değil, apaçık depremzedeyi hatta tüm Bayraklı’yı göçe zorlamaktı. Halkla ilişkileri, insani tüm yaklaşımların dışında olan Bakanlık, edepsiz müteahhitlerin ağzıyla konuştu hep.

Depremzedeler ve tüm Bayraklı 30 Ekim depreminden beri haykırıyor, çığlık atıyor. Ama her defasında Valisinden bakanına, vekilinden müdürüne devletin fırçasını yiyor. İtham ve tenkitine hatta hakaretine maruz kalıyor.

Cumartesi günü sadece CHP Milletvekili Atila Sertel vardı alanda. “Bu insanları müteahhitlerin eline teslim ediyorsunuz. Sayın Cumhurbaşkanı günah değil mi?” diye haykırdı Sertel gazeteci ruhuyla. Vekil sorumluluğuyla. Ama o alanda AKP’li Necip Nasır da olmalıydı “müteahhit vekil” karışımı söylemleriyle güya depremzedenin yanında olduğunu söyleyip duruyordu Necip Bey, neden gelmedi? Ne bahanesi vardı acaba? Oysa İzmir’in kuralsız imarlarından, çarpık yapılaşmalarından en çok o şikâyet ediyordu bir zamanlar. Hastanesi karşısındaki ofisinde bana 2013’te anlattıklarını asla unutamam. Ama demek ki “vekil “olunca “müteahhit” ruhu da “level atlamış”!

CHP’nin tam kadro Gündoğdu’da olması lazımdı. Çünkü deprem bölgesinde en insani yaklaşımı CHP’li Başkan Tunç Soyer gösterdi o acı günlerde.

Sertel evini kaybedenlere 6 kat dayatılırken, yürüyüş mesafesinde 60 kat izni verildiğini söyledi. Sertel’in ve İZDEDA’nın tespitlerinin peşine düşmeli İzmir basını.

İzmir Valisi Köşger Bey, asabiyetini bir yana bırakıp yüzüne yakışan babacan tavrıyla birkaç yalancı bürokratını ve edepsiz TOKİ müteahhitlerini azarlamalı.

Bayraklı ve çevresinde inanılmaz bir göç ihtimali var. Burada en fazla dikkat etmesi gereken yerel siyasetçiler CHP, İYİ Parti, MHP ve diğerleridir. Vekillerin bir zahmet son beş yılda Bayraklı Tapu dairesindeki mülk değişimlerini araştırması gerekir. 1 Ocak 2022'den itibaren Bayraklı’da değişiklikler olursa bundan en fazla Başkan Serdar Sandal etkilenir ki, demedi demeyin yarınlarda!

Atila Sertel dışındaki tüm İzmir milletvekilleri, size de bir sorum var. Geçtiğimiz cumartesi Gündoğdu meydanında, sizlere oy veren dertli yurttaşlarınız saat 10.30-12.00 arası “Çığlık” attılar. Duydunuz mu? Duymadığınız için lütfen bir daha depremzedelerle ilgili orada burada konuşmayın, mesaj da atmayın olur mu?

***

AĞUTOS VE EYLÜL…

Kar suyu kaçırayım bazı kulaklara.

Hızlı geçer Ağustos. Bu satırların yazarının da “yeni yaş” aldığı aydır. 1999’da o felaketin de hatırlanacağı aydır Ağustos. Ve Afyon ovasından İzmir’e şanlı ordumuzun İzmir’i kurtarmak için emperyalizmin pençesinden, koşmaya başlayacağı aydır.

Ha unutmadan… Bazı kibirli hocalara inat, 29 Ağustos 2021 Pazar günü hepinizi bir yere davet edeceğim… Bakalım gelecek misiniz?