Afganistan'da yaşanan insanlık dramı, gözlerimizi oraya ve ülkenin tarihine çeviriyor doğal olarak. Bu konu hafızalarımızı yoklamaya götürdü. O günün 24 Aralık 1979 olduğunu takvime sonradan bakınca öğreniyorum. 14-15 yaşlarında lise gençlik yıllarından bir gün. Uyanıp ya okula gitmek veya ekmek almak için yarı uykulu sokağa çıktığımda her tarafın bir haber ile çalkalandığını gördüm. ‘Sovyetler Birliği Afganistan'ı işgal etti’ deniyordu. Afganistan diye bir ülkenin olduğunu ilk defa o gün öğrendim.

İnternet kaynaklarını "Afgan" sözcüğünün kökeni konusunda sorguladığımız zaman izler bizi Sanskrit'e, hatta eski Sümerceye kadar götürüyor. Sözcük ‘yukarı ülke’ anlamına geliyormuş. İnsanlığın yerleşik hayata geçmesiyle aynı yaşta olan bir ülke adı var karşımızda. Sözcüğü başka dillerle ve anlamlarla birleştirme çabası az değil. Nereden bakarsak bakalım karşımızda en az 10 bin yıldan beri bir uygarlık kurmaya çalışan bir toplum ve ülkeyle karşı karşıyayız. Bu bakımdan Afganistan’daki durumu tüm insanlığın tarihi ve durumuyla ilişkili olarak ele almak gerekmektedir.

Pakistan başbakanı İmran Khan, ABD ve NATO’nun son 20 yılda bölgede yaptıklarını değerlendirirken, ‘ABD bölgede her şeyi berbat etti’ dedi. Afganistan geçmişten beri emperyalist ülkelerin ilgi ve çıkar kavgalarına konu olmuştur. Bölgede yaşanan büyük politik değişikler doğal olarak Afganistan’ı da derinden etkilemiştir. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde özellikle Rusya’da gerçekleşen devrim bölge ülkeleri üzerinde siyasette ve ahlaki değerlerde muazzam bir sekülerleşme dalgasını beraberinde getirmiştir. Monarşik bir yapıya sahip olan hükumet, kraliyet kurumunu muhafaza ederek bazı modernleşme yönelimleri içine girmiştir.

Fakat 1945 yılında Hitler faşizminin Sovyet orduları tarafından yenilmesinin ardından ilerlemeci reform baskısı tüm dünyada hissedilmiştir. Tüm dünyada 20. yüzyılın ilk yarısında başlayan emperyalist boyunduruktan kurtulma mücadelesi güçlenerek devam etmiştir. Bu konuda sadece Hindistan’ın bağımsızlığını elde edişini hatırlamak bile yeterlidir. Türkiye, 20. yüzyılın ilk yarısında emperyalist ülkelerin halklar üzerinde oluşturduğu ablukada ilk yarığı açan ülke ise; Hindistan 20. yüzyılın ikinci yarısında ilk yarığı açan ülkedir.

Fakat Afganistan’da hüküm süren mevcut monarşik yapı, ülkenin 20. yüzyılın moderleşme beklentilerine yanıt verecek reformların gerçekleştirmesini engelliyordu. Biriken modernleşme ve reform baskısına yanıt vermek için 1973 yılında kraliyet ailesine karşı bir darbe gerçekleşir ve ülkede cumhuriyet ilan edilir. Bir zamanlar feodal monarşiye karşı cumhuriyet için mücadele eden batılı ülkeler, bölge gericiliğiyle de birleşerek cumhuriyetçi modernleşmeyi engelleme çabası içine girmiştir. Bu nedenle ilan edilen cumhuriyetin liderleri, kurdukları genç cumhuriyetlerini yaşatabilmek için Sovyetler Birliği’ne yaklaşmak zorunda kalmıştır.

Fakat ABD ve NATO güçleri cumhuriyeti yıkmak ve ülkenin ilerlemesini engellemek için elinden geleni geri koymamıştır. Bugün iktidarın teslim edildiği Taliban’ın kurulması bu çabanın ürünlerinden sadece birisidir. İşte, ABD ve NATO 1973 yılından beri izlediği politikanın sonucu: Afganistan’ı ve bölgede kültür ve uygarlık adına ne varsa her şeyi berbat etmiştir demek en doğrusu olacaktır. Başbakan Khan, son 20 yılda sadece Pakistan’ın 70 bin insan kaybettiğini söylüyor. En az 70 bin Afgan askerinin ve 40 bin sivilin hayatını kaybettiği ileri sürülüyor. Ülkede ve bölge oluşan ekonomik zararın haddi hesabı kalmamıştır.

Bugün 50 yıl sonra Afganistan’da emperyalist ülkelerin ve bölge gericiliğinin çabası sonucu cumhuriyet yerine uyuşturucu baronlar ve din tacirleri, kadın ve sanat düşmanları, ilerlemecilik ve kültür karşıtı bir Orta Çağ zihniyeti hâkim hale gelmiştir. Bu, ABD ve NATO’nun Afganistan’ı ve bölgeyi son 50 yıldan beri berbat yani yaşanılmaz hale getirdiğini göstermektedir. Teslim edilen iktidarın yeni sahiplerinin tek bir mutlak yasası vardır. İlk açıklamalarında kadınların ‘hijap’ içine girmelerinin mutlaka zorunlu olduğunu belirttiler. Sadece son 50 yılda çekilen birkaç kadın fotoğraflarına kronolojik olarak bakmak bunu kanıtlamaktadır.