Murat Büyükyılmaz

Türkiye’de on yıllardır uygulanan tarım politikalarının sonucunda ortaya çıkan sorunlar, üretimlerini sürdürmeye çalışan çiftçileri, beslenme ihtiyacını karşılamaya çalışan tüketicileri ve endüstriyel insan faaliyetleri sonucunda bir yok oluşa sürüklenen ekosistemi derinden etkiliyor.

Tarım politikalarının ve genel olarak kapitalist üretim ilişkilerinin ortaya çıkardığı sorunların çiftçileri, geniş toplum kesimlerini ve ekosistemi nasıl daha kırılgan hale getirdiğini ve çözüm çabalarının bu süreci nasıl etkilediğini ortaya koymak ise gerçek bir çözümün ilk adımını oluşturuyor.

Kasım 2020 tarihinde Fikret Adaman, Duygu Avcı, Umut Köcagöz ve Gökçe Yeniev imzasıyla İstanbul Politika Merkezi tarafından yayımlanan “İklim Değişikliği Bağlamında Tarımda Dönüşümün Politik Ekolojisi” raporu işte bu bağlamdan hareketle gerçekleştirilen kapsamlı çalışmaların ulaştığı sonucu açık ve anlaşılır bir nitelikle sunuyor.

İklim değişikliğine bağlı sıcaklık artışı, mevsimlerde yaşanan kaymalar, giderek artan su sıkıntısı ve daha sık gözlemlenen aşırı hava olaylarının tarım alanını olumsuz yönde etkilediğini vurgulayan rapor, önümüzdeki yıllarda iklim değişikliği etkilerinin artmasına bağlı olarak tarım üzerindeki olumsuz etkilerin de artacağı öngörüsünde bulunuyor.

Raporda ayrıca, Türkiye tarımının son 20 yıldır neoliberal politikaların etkisiyle hızlı bir dönüşüm geçirdiği belirtiliyor ve dönüşümün etkileri; tarımsal alanların azalması, tarımdaki istihdamın erimesi ve gıda güvencesini tehdit etmeye başlayan tarımsal ürün arzındaki düşüşlerle hissedildiği bilgisi paylaşılıyor.

Tarım sistemi içerisindeki farklı toplumsal grupların iklim değişikliği karşısındaki kırılganlıklarının farklı olacağı savından hareket eden rapor, Türkiye tarımında iklim değişikliği kaynaklı kırılganlık meselesine, kırılganlıkları ortaya çıkaran toplumsal bağlama odaklanarak, ekonomi-politik perspektifinden yaklaşıyor.  Böylece, iklimsel değişiklikler dışsal bir etmen olarak değil, tarımda üretim süreçlerini ve pratiklerini şekillendiren ekonomik, politik ve sosyal dinamiklere eklemlenen bir süreç olarak ele alınıyor. Bu bağlamda, iklim değişikliği-tarım ilişkisi, tarımda üretim ilişkilerinin ve bunların içerisinde şekillenen üretim pratiklerinin çiftçilerin iklimsel değişikliklere karşı kırılganlıkları ve uyum kapasitelerini nasıl belirlediği üzerinden tartışılıyor. Çalışma, çiftçilerin iklim değişikliği karşısında yaşadıkları eşitsiz kırılganlıklarının temelinde yatan neoliberalleşmenin altını çiziyor.

'Piyasa için üretim'

Buna göre, neoliberalleşme ile (özellikle küçük) çiftçilerin-ekonomik ve politik güçsüzlükleri nedeniyle-üzerinde söz ve denetim sahibi ol(a)madıkları piyasa ilişkilerine bağımlılıkları derinleşmekte, artan “piyasa için üretim” baskısı altında tarımsal ekosistemlerin dayanıklılığını zayıflatan endüstriyel tarım pratikleri pekişmektedir.

Çok aktörlü, çok söylemli, farklı ve çatışan talepleri kapsayan tarım alanında gerçekleştirilen araştırmalara dayanan rapor, özgün bir analitik çerçeve üzerinde yapıladırılmış.

Kırılganlık Kadranı olarak ifade edilen bu analitik çerçeve, iklim-tarım bağıntısı içerisinde yer alan çiftçileri iki ana eksen vasıtasıyla konumlandırıyor. Bu eksenler şöyle isimlendiriliyor:

1 - Çiftçilerin üretim süreci üzerindeki kontrolü;

2 - Çiftçilerin üretim pratikleri.

İlk eksen, bir yönde çiftçilerin üzerlerinde söz ve denetim sahibi ol(a)madıkları pazar ilişkilerine bağımlılığının derinleştiği, diğer yönde ya pazar içinde güçlendikleri ya da pazar ilişkilerden özerkleşerek üretim süreçleri üzerinde denetimlerinin arttığını ifade ediyor.

İkinci eksen ise, tarımsal ekosistemlerin dayanıklılığını azaltan yoğun endüstriyel tarım yöntemlerinden, dayanıklılığını artıran ekolojik üretim yöntemlerine uzanan bir çizgide değerlendiriliyor.

Türeticiler ve ekosistem

Bir araştırmalar zincirinin sonucunda oluşa raporun sunduğu sonuçları öyle sıralamak mümkün:

- Çiftçilerin iklim değişikliğine karşı ne kadar kırılgan oldukları, üretim sürecinde ne denli piyasaya bağımlı ya da özerk olduklarına bağlıdır. Çiftçilerin piyasaya bağımlılıkları derinleştikçe kırılganlıkları artmaktadır. Oysa, piyasa üzerinde denetimleri arttıkça, hatta üretimi piyasa ilişkilerinden özerk bir şekilde örgütleme imkânları fazlalaştıkça, kırılganlıkları azalır. Çiftçilerin piyasa içinde güçlenmeleri halinde neoliberal üretim ilişkilerini yeniden üretmeleri söz konusuyken, piyasadan özerkleşmeleri neoliberalizmin sınırlarını aşan toplumsal ilişkiler inşa etmeleri anlamına gelir.

- Kamu politikaları, iklim krizi karşısında bir dizi çözüm önerileri getirme arayışında olmakla birlikte, tutarlı ve etkin bir şekilde uygulanmamaktadır. Ayrıca, bu politikalar uyumu çoğunlukla salt teknik açıdan ele almakta ve yapısal sorunlara dokunmayan çözüm önerileri sunmaktadır.

- Tarım ve gıda şirketlerinin çözüm önerileri iklim koşullarına dayanıklı yeni bitki çeşitleri, akıllı tarım gibi yeni teknolojik uygulamalar ve sürdürülebilirlik takibi aracılığıyla çiftçilerin üretim pratiklerini denetleme ve değiştirmeyi kapsamaktadır. Bu çözüm önerileri çiftçilerin tarımsal ekosistemlerin dayanıklılığını azaltan üretim pratiklerini bir ölçüde iyileştirebilir. Ancak, diğer taraftan, üreticilerin şirketlere daha fazla bağımlı hale gelmesine vesile olmaları itibariyle kırılganlığı artıran bir etkileri vardır.

- Alternatif gıda ağları, genel itibariyle dayanışmacı ilişkiler kurma niyeti ve pratiğinde olup, bir yandan aracısız tedarik ve adil üretim ilişkilerini diğer yandan onarıcı, koruyucu ve ekolojik tarım yöntemlerini desteklemektedirler. Genel olarak gıda egemenliği yaklaşımını benimseyen bu ağlar, üreticileri çevresel ve sosyal anlamda daha sürdürülebilir ve özerk bir çizgiye çekmektedir.

- Bir grup öncü yerel yönetim kırsal kalkınmayı sağlama kapsamında tarımsal üretimi, üretici örgütlerini ve yerel gıda ağlarını desteklemeye başlamıştır. Verdikleri desteklerde ekolojik üretim de giderek önem kazanmaktadır. Yerel yönetimlerin bu uygulamaları üreticileri daha ekolojik üretime yöneltmekte ve üreticilerin kendi üretim pratikleri üzerindeki kontrolünün artmasını sağlamakta, böylelikle daha dayanıklı çiftçilikler gelişmesine vesile olmaktadır. Çalışmada benimsenen politik ekoloji yaklaşımına göre iklim değişikliğine uyum salt teknik bir süreç olarak düşünülmemelidir.

Toplumsal yaşam ve biyofiziksel çevrenin, çoğu durumda eşitsiz güç ilişkileri içerisinde deneyimlendiğini belirten raporun bu yukarıda paylaştığımız sonuçları, Türkiye’de on yıllardır uygulanan tarım politikalarının sonucunda ortaya çıkan sorunlara yönelik bütünsel bir çözüm stratejisinin de ip uçlarını veriyor.

Üretimlerini sürdürmeye çalışan çiftçileri, beslenme ihtiyacını karşılamaya çalışan tüketicileri ve endüstriyel insan faaliyetleri sonucunda bir yok oluşa sürüklenen ekosistemi temel alan bir stratejinin,  çiftçilerin üretim süreci üzerindeki kontrolünü artırmayı ve çiftçilerin üretim pratiklerini kapitalist sermaye birikim mekanizmasının dışına taşımayı hedeflemesi gerekiyor.

Çiftçiler ve türeticileşen tüketiciler arasında kurulacak yeni bir üretim ilişkisinin mekansal ve toplumsal olarak nasıl örgütlenmesi gerektiğini tartışmaya devam etmek gerekiyor. Soru henüz yanıtlanmadı; Çiftçiler, türeticiler ve ekosistem için adil ve dayanıklı tarım için bir dönüşüm modeli mümkün mü?