Deprem sonrası ne yazdıysam ne söylediysem inkâr etmiyorum. Mislisini hak edenleri de toptan Allah’a havale ettim. Ancak beynimi ve yüreğimi “kara vicdanlı ağalara beylere” satmadım!

Deprem dehşeti, ardından “kurtarma” fedakarlıkları, çadırlı günler, dayanışma derken bitti mi? Emeği geçenler sağ olsun, dayanışmaya omuz verenler sağ olsun, hatta şov yapanlar bile sağ olsun. Ama deprem sonrası dram bitmedi hatta etkileri artarak devam ediyor.

Sadece bir örnek yazacağım size şimdi. Kim ne anlar bilmem. Kızan da hakaret eden de umurumda değil. Hatta ve hatta bana “bel altından” küfredenleri, ardımdan “işsiz bırakmak” için “pis lobicilik” yapanları da biliyorum. Bazıları unutmuş olabilir. Öyle çok “not” birikti ki, bir gün “kitap” yazarsam bazıları yine yüzsüzlük edip görmezden duymazdan gelecekler ama, yine de düşüreceğim tarihe kaydı.

Deprem sonrası ne yazdıysam ne söylediysem inkâr etmiyorum. Mislisini hak edenleri de toptan Allah’a havale ettim. Ancak neyleyim ki, gördüğüme “görmedim” duyduğuma “duymadım” bildiğime “bilmiyorum” yaşadığıma da “yaşamadım” diyecek kadar beynimi ve yüreğimi “kara vicdanlı ağalara beylere” satmadım! Bir gün “2009 kutusunu” açarsam, İzmir’de pek çok güya “bilinen” kişinin insan yüzüne bakacak yüzü kalmaz.

Ne oldu depremden sonra?

Ölen öldü, kalan kaldı, yıkılan yıkıldı, çöken çöktü. Bugün özellikle Bayraklı’da depremden doğrudan veya dolaylı etkilenen kaç bin yurttaş var?

Peki dükkanını, işyerini, malını mülkünü tamamen yitiren kaç esnaf veya tüccar var?

İşte onlardan biri “Demir Market” ...

Sahibi Bülent Demir kardeşimiz. Devletine bağlı, inançlara saygılı, mahallesiyle de iletişimi mükemmel bir market sahibiydi. Hani o Yılmaz Erberk apartmanı var ya? Hani altında “üç harfli” bir zincir market şubesi de vardı ya? İşte o “üç harflinin” yanındaydı “Demir Market”. Sadece deprem sabahı yüz bin liranın üzerinde mal almıştı. Esnaf Kefalet’ten bazı bankalara kadar kredi borçları da vardı her esnaf, tüccar gibi.

Benim mahallemin esnafı Bülent Demir. Koca bina marketin üzerine çöktü. Bir iğne ucunu kurtaramadı dükkânından, canını da zor kurtardı yeğeni ve kardeşiyle. Deprem gününden itibaren “herkes” geldi Bülent Demir’in yanına. Herkes “yanındayız” dedi.

Bülent kardeşim de bu “yanındayız” kelamlarına hep inandı.

Depremden bir iki hafta sonra, biraz soğuğunca deprem acısı, yine sokağımızda daha küçük bir dükkân kiraladı Bülent esnaf. Sandı ki, onun bu “yeniden dirilişine” ilçesinin Kaymakamı, belediyesi falan hep destek verecek. Sandı ki Esnaf Odası, Esnaf Kefalet, bankalar falan “kolaylık” gösterecek.

İlk şaşkınlığı ilçe belediyesinde yaşadı. Tuttuğu dükkânın “ruhsatlandırılması” ciddi sorun oldu. Ruhsat parası diye tutturdu belediye. Hepi topu 2 bin lira. Her şeyini, parasını, kartını, cüzdanını depremde kaybetmiş Bülent kardeşime, odası ya da belediyesi değil de aynı durumda olan esnaf arkadaşları el verdi sadece. Bayraklı Belediye Başkanı Serdar Sandal o yoğunlukta duymasaydı bu saçmalığı, belki “ruhsat da” alamayacaktı “depremzede esnaf”!

AKP İl Başkanı Kerem Ali Sürekli, CHP İl Başkanı Deniz Yücel, CHP İl Başkan Yardımcısı Ahmet Yıldız hep aradılar ama ne derde deva ne de çığlığa ses olunamadı. Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer duydu bu kez. El uzattı, hiç olmazsa bir miktar “can suyu” vermek istedi. Bu kez de yılların adres bilgilerinin deprem sonrası değişime uğratıldığı çıktı ortaya. Adres karmaşası bugünlerde çözülecek ve tek nakdi desteği alacak da mesele bu da değil. Deprem öncesi alınmış kredileri ötelemiyor Esnaf kefalet, destek olmuyor Esnaf Birliği, Ticaret Odası.

Esnaf “bağış” istemiyor süre istiyor, onu da vermiyorlar. Hele Esnaf kefalet sürekli taksitini istiyor. Bu ne vicdansızlık bilemem ama, duyduklarım da ilginç doğrusu. Acaba Esnaf Kefaletin “hesapları da mı boşaltıldı”?

Bayraklı da depremzede esnafın yeniden ayağa kalkması çok önemli. Ama bugüne kadar ne ben duyurabildim seslerini ne de onlar içlerinde bulundukları trajediyi anlatabildiler. Çünkü kimse dinlemedi, dinlemesi gerekenler özellikle de mensubu oldukları odalar hep “duymazdan” geldi.

Deprem sonrası neden her şey Büyükşehir Belediyesi’nden beklendi ki? İzmir Ticaret Odası, İzmir Esnaf Birliği, birliğe bağlı odalar kendi üyelerine ne yardım ne kadar yardım verdiler. Berberler Odası’nın bir çalışmasını biliyorum, kutluyorum oda başkanını. Ama inanın esnafı ne arayan var ne de soran. Hatta size bir dedikodu yazayım, bazı “büyük firmalar”, yapılacak olan “yeni apartmanların” altındaki dükkanlar için şimdiden “uğraşmaya” başlamışlar.

Açık yazıyorum ve bedeline de razıyım, TBMM Deprem Araştırma Komisyonu acaba “ne iş” yapıyor? Bir esnafla, evini eşyalarını yitiren bir seçmen yurttaşla görüştüler mi?

İzmir Valisi veya Milletvekilleri Kâmil Okyay Sındır, Tacettin Bayır, Atilla Sertel, Hamza Dağ, Atilla Kaya mutlaka görüşmeli esnafla. Mutlaka sonuna kadar dinlemeli onları.

İzmir’de deprem sonrası, ölümler nedeniyle, yıkım çokluğu nedeniyle Bayraklı hep dikkat çekti. Peki Kordon’dan Mithat Paşa Caddesi’ne, Yalı Caddesi’nden İnönü Caddesi’ne, Alsancak ve Buca’ya kadar deprem sonrası az ya da orta sıkıntıdaki durumlar neden hiç “gündem” olmuyor?

Sanırım bana ısrarla “deprem yazma başına iş alırsın” diyenlerin dertlerini anlıyorum. Ben de hodri meydan diyorum. Depremin yaralarını neden sadece İzmir Büyükşehir Belediyesi saracak ki? Başkan Tunç Soyer’in sabırlı ve yürekli girişimi sayesinde “emlakçı fırsatçılığı” yükselmedi. Ama Başkan Soyer kadar elini taşın altına Ticaret Odası da Esnaf Odaları da koymalı. Ben sokaklarda Başkan Soyer’e saydıranların, neden odaları ve valiliği eleştirmediklerini de “çoook iyi biliyorum”.

Ve ne yazık ki “taş” hiç de uzaklardan gelmiyor olabiliyor. “Bir milletvekilinin” deprem sürecinde sosyal medyada paylaştığı “zavallı şahsın”, bugünlerde Manavkuyu sokaklarında neler dediğini, gelen yardımları nasıl değerlendirdiğini “hepimiz duyuyoruz”.

Duymayan kulaklara, görmeyen gözlere, taşlaşmış yüreklere tek lafım var: EDEP YA HÛ

***

Corona tamam da?

Salgın tedbirlerini yetersiz bulduğumu çok yazdım. Anladığım şudur ki “bir gün herkes coronayı tadacak”. Bu aşı tartışmaları da bana çok samimiyetsiz geliyor. Ancak yazmak istediğim başka.

Tek sağlık meselesi korona mı artık?

Yani tansiyon, şeker, kalp, kulak burun boğaz, bevliye, göz, üroloji, böbrek, karaciğer, beyin gibi sıkıntılar tıbbiye-i şahanenin ve de sıhhiye nezaretinin alakasının hairicinde mi?

Corona yüzünden hastaneler zaten güvenilir olmayan mekanlar. Hastaneye kalp rahatsızlığından giden vatandaşın, corona kapmaması mucize. Hatta duyduğuma göre başka rahatsızlıktan hastaneye girip salgın mikrobu yüzünden cenazesi çıkan yurttaşlar da varmış.

Peki bu konuda Sağlık Bakanlığı’nın bir yönlendirme çalışmasını duydunuz mu?

Bugün başka bir rahatsızlık hisseden yurttaş hangi hastaneye gidecek biliyor muyuz?

Ben size söyleyim o zaman, gidebileceğimiz yegâne hastaneler “özel” kuruluşlar. Artık oralara da gidip ne hale geliriz bilemem. Çünkü o kuruluşlarda “hasta” yok “müşteri” var, bilmem anlatabildim mi?

Gerek Sağlık Bakanlığı ve gerekse İl Sağlık Müdürlükleri, günde bilmem kaç tane “maske takın” mesajı koyacaklarına sosyal medyaya, arada diğer hastaların neler yapmaları, nerelere başvurmalarını da duyuruversinler zahmet olmazsa. Ha sakın bana “aile hekimleri” demeyin çünkü o sistemin “sağlık sisteminde” adeta bir “ucube” olduğunu rahatlıkla yazabilirim. Bu “hekim” sistemi ne tür “ailelere” hizmet veriyor bir türlü anlayamadım.

***

Bu cuma “kozmik” cuma

Önümüzdeki cuma size oldukça “kozmik” bir yazı hazırlayacağım. Bazı konular unutuldukça, bazıları kendilerini ciddi ciddi “demokrasi kahramanı” gibi görüyor galiba. 2006-2013 arası İzmir’de “bazı dostların” bana yaşattıklarını asla unutamam. Ama cuma günü ciddi olarak bir “kozmik yazı” yazacağım size. Ne demiş Mehmet Akif? “Ders alınsaydı tekerrür eder miydi tarih”.

Artık TV haberi izlememeye çalışıyorum. Hangisi olursa olsun “sığ” ve “at gözlüğü” takmış gibi haber ve haber programı yapıyorlar. Böyle bir güya “ulusal medya” havasında da galiba amaç, hepimizin hafızalarını yakmak!

Cuma ola hayrola... “Nereden nereye” diyeceğiz!

·Hep yanlış gördüklerimi yazmak istemiyorum. Ben “İzmir ve tarih” yazıp emperyalizmin dayattığı “resmi” görüntülü “hamasi” ve “yalan” tarihle uğraşmak istiyordum ama gündem koşulları böylesine yol açtı. Artık kusura bakmayın. İzmir’de İzmir Vakfı, “İzmir Zamanı” adlı ve bence olması gereken bir hava estirmeye başladı. İzmir’de bu havanın en arkadan en öne kadar yaygınlaşması lazım. Önümüzdeki yazılarımda size bir “İzmir Zamanı” daha yazacağım. Bu konuda “İzmirce” düşünenlerin mutlaka bir araya gelmesi şart. Ama ayırmadan, ötekileştirmeden. Haluk Bilginer’in seslendirdiği bir dakikalık “İzmir Zamanı” filmciğini mutlaka izleyin. Ancak ikinci kez izlediğinizde gözlerinizi kapatıp sadece sözlerine kulak verin. Sonra da bana yazın, bu konu önemli çünkü.

·Bir “bürokrat” yazacaktım size bugün. Ama eksikler var önce onları tamamlamalıyım. Onu 2014’ten beri tanıyorum. Balçova'da “tanıştırılmıştık”. O gün bugün “kadim abi-kardeş” gibi olduk diyebilirim. Durmadan, yorulmadan “aşkla” çalışıyor. Çoğunuz onun nasıl “çalıştığını da” bilmiyor. Tahmini olan varsa aşağıya yoruma düşüncesini yazabilir. Bakalım tahminler doğru mu? Hazırlığımı tamamlayın ve yazayım zira vakit vakittir!

·Son zamanlarda bazı TV programlarına fena takıldım. Ardından kadın cinayetleri konusunda da dikkatinizi başka bir noktaya çekeceğim. Anlayacağınız yazacak konum çok. Kadınlarımıza, kızlarımıza yönelik ve bu kadar da kolay saldırıların “başka bir nedeni” var bence. Yazınca hak vereceksiniz.

[email protected]