Anadolu pek çok konuda olduğu gibi “Tıbbın Köklerini” de içinde taşıyor. Hele hele Ege Bölgesi dünya tıp tarihi açısından bir dipsiz kuyu.

Hemen her yazımızda değiniyoruz. Turizmi çeşitlendirmez, sadece deniz-kum-güneş turizmi denilen ucuz turizmi yapar, bütün dünya ile rekabet eder konumda olursunuz.
Ancak Anadolu’nun 12 bin yılı aşan kültür birikimini kullanır, özel tur programı yaparsanız, hem rakibiniz olmaz, hem de getirisi yüksek turizm yaparsınız. Benim adını koyduğum “Sağlıkçı Turizmi” de öyle.
Anadolu pek çok konuda olduğu gibi “Tıbbın Köklerini” de içinde taşıyor. Hele hele Ege Bölgesi dünya tıp tarihi açısından bir dipsiz kuyu. Bu nedenle de yaklaşık beş yıl önce başlattığım “Tıbbın Anadolu’daki Kökleri” programının önemi her ne kadar turizmciler tarafından anlaşılmamış olsa da, dünya sağlıkçılarını Anadolu’ya çekmek için mükemmel bir program.


HEMŞEHRİMİZ GALENOS


Anadolu’nun tıp tarihi ile bağlantıları o kadar çok ki, insan nereden başlayacağını şaşırıyor. Haydi önce Bergama’ya gidelim. Gelmiş geçmiş hekimlerin Hipokrat’tan sonra en ünlüsü Galenos’tur. Bergama’nın yetiştirdiği bu ünlü doktor, eğitimine 14 yaşında hukuk öğrencisi olarak başlamış, retorik, belagat yani güzel konuşma dersleri almaya başlamış. Ta ki babası Nikon bir gece rüyasında sağlık tanrısı Asklepios’u görene kadar. Asklepios Galen’in babasına “Senin oğlun tıp okuyacak, çok ünlü bir hekim olacak” demiş. Böylece bizim Galen kalkmış İzmir’e gelmiş ve bugün Damlacık semtinde olduğu sanılan İzmir’in Asklepion’unda eğitim almaya başlamış.
Daha sonra Mısır İskenderiye Kütüphanesi yılları, Roma, gladyatör hekimliği ve zirve olarak da İmparator’un aile doktorluğu. İşte böyle bir şahsiyetin hemşerisiyiz. Günümüz tıbbında kullanılan “Galenik Reçete” sözcüğü bizim Galen’den geliyor. Çünkü Bergama’da ve daha sonra gittiği yerlerde özel bahçeler kurarak, tıbbi bitkiler yetiştirmiş ve bunları tedavilerde kullanmış.
Tıbbi bitkiler deyince bu işin biri Dioskorides’i anmadan olmaz. O da bir Anadolulu. Adana yakınlarındaki Anavarza antik kentinde yaşamış İ.S. 1. Yüzyılda. Roma ordusunda doktor. Ordu ile birlikte çok yer gezmiş. Savaşta yaralananları tedavi etmiş. Bitkileri inceleyerek, bunları tedavide nasıl kullanabileceğini araştırmış. De Materia Medica isimli eserinde 600 tıbbi bitkiyi resimleri ve özellikleri ile yazmış. Bu kitap bin 600 yıl tıp okullarında ders kitabı olarak okutulmuş.


BERGAMA ASKLEPIONU


Bergama Asklepionu sağlıkçıların kabesi gibi. Burası ciddi bir sağlık kompleksi. “Ölümün giremediği” Asklepion hem tedavi hem de tıp eğitim merkezi. Her türlü tedavi yöntemlerinin uygulandığı bu sağlık merkezi, bırakın bizleri doktorları bile şaşırtıyor. Şifalı banyo ve çamur kürlerinden, psikoterapiye, çıplak ayakla ıslak zeminde yürümekten, afyon dumanı altında bilinçaltı çalışmalarına kadar her türlü yöntem kullanılmış. İç karartmayacak kitapların bulunduğu kütüphanesinden, komedi oyunlarının oynandığı tiyatrosuna kadar her şey var.
Döndük geldik Efes’e. Burada da yetişmiş pek çok hekim var. Hem tedavileri hem de yazdıkları ile çok ünlenmiş iki hekim var. Rufus ve Soranus. Galenos'tan önce yaşamış olan önemli doktorlardan biri olan Efes'li Rufus'tur. Rufus insan vücudunun anatomisi, nabız böbrek ve mesane hastalıkları hakkında önemli bilgilere sahipti. Rufus ayrıca göz ve gözün yapısı ile ilgilenmiş ve göz lensini ayrıntılı olarak açıklamıştır.
Soranus ise döneminin en ünlü jinekoloğu. Efes’te yaşamış, hamilelik, doğum ve çocuk yetiştirme konusunda üç tane kitap yazmış, tıbbın ve insanlığın hizmetine sunmuş. Kürtajın etiğini tartışmış, kime yapılıp, kime yapılamayacağına karar verilmiş. Bitkisel doğum kontrol yöntemleri konusunda da uzmanlığı var.

MESİR MACUNU


Galenos’un bitkiler ve baharatlardan yaptığı ve her derde deva olan bir macunun bizim Mesir macununun atası olduğu tarihçiler tarafından iddia ediliyor. Bizim bildiğimiz anlamda Mesir macunu ilk kez, ilk kez Manisa'da bulunan Yavuz Sultan Selim'in eşi, Kanuni Sultan Süleyman'ın da annesi Hafsa Sultan'ın hastalığı için hazırlanmış. İyileşen Valide Sultan, macundan halkın da şifa görmesi için Sultan Cami'sinden halka dağıttırmış.
Manisa’da 16. Yüzyıl'da Hafsa Sultan adına bir Darüş-şifa (Bimarhane) olarak yaptırılan bina, Celal Bayar Üniversitesi'nin "500 Yıllık Şifahane Tıp Tarihi Müzesi İle Hayat Buluyor" projesiyle ayağa kaldırılmış. Açıldığından bu yana şifalı mesir macunu karma törenlerinin yapıldığı ve Bimarhane olarak kullanılan, şifa dağıtan yapı, uzun süre kullanılmamış. 2013 yılında ise gördüğü restorasyon ve düzenlemelerin ardından Tıp Tarihi Müzesi olarak kapılarını açmış. İşte bizim “Sağlıkçı Turizmi” yapmak için bu tür müzelere ihtiyacımız var.
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Müzesi, Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi Tıp Tarihi Müzesi, Trakya Üniversitesi Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi de bu tip müzelere örnek. Böyle bir müze açıldığı zaman, vatandaşlar da severek obje bağışında bulunuyor. Bu şekilde değerlerimiz yitip gitmekten kurtuluyor.


TAHAFFUZHANE


Yaygın bilinen adıyla Urla'daki Karantina Adası, dünyada ayakta kalmış üç karantina adasından biri. Tahaffuzhane binası sağlık tarihimiz için ne büyük bir miras. Balçova'daki Agamemnon Kaplıcaları da ayrı bir değerimiz. Tedavi edici gücünden Homeros’un İlyada’sında bile kendinden söz ettirmiş.
Selçuklu ve Osmanlı’da tıp konusunda çok ilginç tedavi yöntemleri var. O dönemde dünyanın diğer ülkelerinde akıl hastalarını zincirleyerek, zindanlarda ölüme terk ederlerken, Anadolu’da bu hastalar su sesi ve müzik ile tedavi edilmiş. Hem de değişik müzik makamlarının hangi hastalıklara iyi geldiğini bilerek. Aradaki uçuruma bakar mısınız !
İzmir’de Damlacık semtinin olduğu var sayılan Smyrna Asklepiyonu’na komşu Memleket Hastanemiz neden Sağlık Müzesi yapılmaz. İçinde korunmuş eczanesiyle 170 yıllık bina zaten bir müze görünümünde. Hafif bir omuz versek müze oluverecek.



Rekabetsiz, alternatifsiz ve getirisi yüksek turizm yapabilecekken, hala deniz-kum-güneş sarmalında tüm dünya ile boğuşarak en ucuz turizmi yapmaya çalışmayı anlayamıyorum. Bunun gibi onlarca alanımız var. Neden tarihimiz okuyup öğrenmeyiz ? Neden değerlerimizi tanımayı reddederiz ? Tembellikten olabilir mi ? Veya kısa zamanda köşe dönme zihniyetinden ?
Ben onu bunu bilmem. Her fırsatta bunları anlatmaya devam edeceğim. Çünkü ülkemizin değerleri ile sürdürülebilir ve getirisi yüksek turizm yapılabileceğini görüyorum.
Karıncaya sormuşlar “nereye” diye. O da “Kabe’ye gidiyorum” demiş. “Saçmalama” demişler. “Kabe’ye nasıl gideceksin ki?” O da; “Gidemez isem de yolunda ölürüm” demiş.
İşte bizim ki de o misal. Doğruları göstermeye devam…