Çine Elderesi’nde torakçıları ziyaret ettik önce, Yatağan’daki antik Stratonikeia Antik Kenti’nde soluklandık, Bafa Gölü sahilinde Heraklia’da güneşi uğurladık.

Yaklaşık 500 kilometrelik bir güzergahta birbirinden önemli üç farklı yere gidiyoruz bugün… Saat henüz 09.00 değildi ama çoktan yoldaydık ve Kısıkköy çıkışındaki bir kır lokantasında sıcak gevrek ve tulum peynirlerini demli çay eşliğinde keyifle yerken herkes hava kararmadan gideceğimiz yerlerin tadını doyasıya çıkarabilmenin hesabını yapıyordu.
İlk durağımız Çine’nin Elderesi Köyü idi. İlçeye giden anayol üzerinde Topçam Barajı’nın yanıbaşındaki daracık asfalt yoldan girdik, Tepeköy, Kızılgüney ve Bereket Köyleri’nin ardından 16 kilometrelik yolculukla 800 metre yükseklikteki Elderesi’ne ulaştık.
Her yer sohbahardı; otlar, ağaçlar, yollar, hafif rüzgarların savurduğu yapraklar, birkaç evin bacasından gökyüzüne süzülmüş dumanlar, hepimizi ürperten serinlik, yaklaşmakta olan kış mevsiminin de habercisiydi. Üzerindeki sağlıklı meyvelerle dalları yerlere eğilmiş limon ağaçlarının bir yandan çiçek açtığını Tepeköy’de gördük. Yol boyunca dikilmiş nar ağaçlarında göz hakkı için toplanmamış meyveleri, daldan bir tane limon koparmak için izin istediğimizde, karşımıza bir torba dolusu limonla çıkan cömert köy sakinlerini de…

KÖYLER ESKİSİ GİBİ




Şehirlerdeki makineleşmiş, tekdüzeleşmiş, duyguları azalmış hayata aldanmayın siz… Özlediğiniz, unutulduğunuzu sandığınız misafirperlik, gelenekler, sıcacık hoşgeldinler bu koca kentten az ötede devam ediyor. Çocukluğumuzda nasıl bıraktıysak öyle…
Muhtar Ahmet Yaldız ile birlikte, köy çevresindeki küçük alanlarda odun kömürünün nasıl yapıldığını izledik, fotoğrafladık. Odun kömürü üretenlere torakçılar deniyor… Elderesi Köyü, hayvancılıktan ve meyvecilikten istediği geliri elde edemeyince odun kömürü üretimine yönelmiş. Çileli bir iş ama gelirleri iyi…
Sonra bir köy evine konuk olduk ve ikram edilen aşure ve pişilerle serin bir avluda güzel anılar biriktirdik.


STRATONİKEİA’DA


Muğla yönünde yolumuza devam ettik, Yatağan ilçe merkezinden Milas’a doğru yöneldik. İlçeden birkaç kilometre ötede, termik santralın yanıbaşındaki Eskihisar- Stratonikeia’da soluklandık. Burada sonbaharı doya doya yaşadık. Kısaca tanıtayım bu değerli antik kenti…
Antik dönem ile Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi yapı ve kent dokusunun birlikte görülebildiği nadir yerlerden biri olduğu için Stratonikiea’nın antik kentler arasında ayrı bir önemi var.
Stratonikeia Antik Kenti Yatağan İlçesi’nin 6 kilometre batısında, Yatağan-Milas karayolunun çıkışındaki Eskihisar Köyü ile iç içe bir antik kent. Yatağan Termik Santrali kurulurken altında kömür yatakları bulunduğu için köy başka bir alana taşındı, bölgedeki kazılar da köyün taşınmasından sonra yoğunlaştı.
Bölgede ilk kazılar 1977 yılında başladı. 2008 yılından bu yana kazı çalışmalarını Pamukkale Üniversitesi’nden Doç. Dr. Bilal Söğüt ve ekibi sürdürüyor. Bugün Eskihisar Köyü tamamen yeni yerleşim alanına taşınmış olmasına rağmen, halen daha antik kentte içinde tarihi köy evlerinde oturan beş aile bulunuyor.

Stratonikeia antik kentinin sur duvarlarına bağlı olarak sınırları bilindiğinden, büyüklüğü kolayca anlaşılabiliyor. Ancak kent içinde sadece belirli yapılarda kazılar yapıldı. Bilinen yapılar, sur duvarı, anıtsal çeşmesi ile birlikte şehir kapısı ve devamında sütunlu cadde, gymnasion, bouleuterion, hamam, tiyatro, tapınak ve su yapısıdır. Ayrıca Beylikler Dönemi’nden bir hamam ile 19. ve 20. Yüzyıl’a ait bir cami, sokak dokusu ve kahveler, evler, dükkanlar yer alıyor.
Stratonikeia’da farklı dönemlere ait pek çok yapının olması ve tarihi ortam kenti gezecekler için bulunulmaz bir fırsat olarak değerlendiriliyor.
Antik kentin batısında, batı sur duvarlarının yaklaşık 50 metre doğusunda, eski Eskihisar Köyü’nün meydanı var. Burada Beylikler, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi sosyal, sivil ve dini yapılarından Türk Hamamı, Şaban Ağa Camii, kahve, fırın ve farklı mesleklere ait dükkânlar görülüyor. Yapıların bazıları tahrip olmasına rağmen, sokağı ile birlikte kent dokusu gayet kolay anlaşılabiliyor. Karşılıklı köy meydanına bakan kahvehaneleri ve yan yana dizilmiş farklı meslek gruplarına ait dükkanların yanı sıra, bu yapıları dallarıyla koruyan anıtsal çınar ağaçları köy meydanın daha da güzelleştiriyor. Özellikle köy meydanında ve dükkanların önünde görülen, Osmanlı Dönemi’ne ait taş döşeli yollar ve her iki kenarındaki kaldırımlar, iyi korunmuş tek örnek olarak biliniyor.


BAFA’DA GÜNBATIMI


Eski bir köy evi gibi döşenmiş Stratonikeia Cafe’de, yaprakları sararmış devasa çınar ağacının gölgesinde çaylarımızı içtikten sonra bu kez son durağımız Bafa Gölü’ne yöneldik. Güneş hızla alçalıyor, gölgeler uzuyor ve zamanımız giderek azalıyor. Acele ettik bu yüzden…
Bir saatlik yolculuğun ardından göle ulaştık ve Kapıkırı levhasından göl sahiline doğru yöneldik. Kaç yıl önce yapıldığını tahmin edemediğim ama hep böyle kalmasını dilediğim daracık yoldan Heraklia’ya ulaştık. Burayı da tanıtayım dilerseniz…
Çamiçi Gölü olarak da bilinen Bafa Gölü Ege Bölgesi’nin en büyük tatlı su gölü. Yaklaşık 60 kilometrekarelik yüzölçümüne sahip gölün en derin yeri 21 metre, en geniş yeri ise 6 kilometre. Yıllar önce Ege Denizi’nin bir parçası olan göl Büyük Menderes Nehri’nin'in taşıdığı alüvyonlar nedeniyle sahilden kilometrelerce içeride kalmış. Bugün göl sahilden 17 kilometre uzakta.
Gölün kıyıları, Ege Denizinin kıyıları gibi girintili çıkıntılı. Doğal set gölü olan Bafa Gölünde birçok küçük ada var. Bazılarında tarihsel yapı kalıntıları bulunan bu adalardan başlıcaları Hayaletada, İkizada ve Menet Adasıdır. Göl kıyısında ise, antik liman kentleri Herakleia ve Pyrrha'nın kalıntıları yer alıyor. Çevresinde manastırlara ve tarihi mağaralara rastlamak mümkün.
Bafa Gölünün Balat Ovası’na bakan batı kıyısı, sonbahar ve ilkbaharda göçmen kuşların konaklayıp üredikleri sığ bir alan. Bir balıkçılık kooperatifinin faaliyet gösterdiği gölde, avlanan balıklar ve kerevitler yakın zamana kadar ihraç ediliyordu. Bafa Gölü, 1994 yılında Tabiatı Koruma Alanı ilan edildi. Buna karşın, göle dökülen nehir sularının azaltılması ve kirletilmesiyle değişen kimyasal içeriği ve azalan oksijen miktarı yüz binlerce balığın ölmesine ve ekosistemin geri dönülmez bir kavşağa sürüklenmesine neden oldu.
Biraz da Heraklia’dan söz edelim. Antik Latmos körfezinde yer alan Heraklia’nın ilk adı Latmos idi ve adını deniz seviyesinden 1300 metre yüksekliğe ulaşan Latmos Dağı’ndan alıyordu. Efes-Milet ticaret yolu üzerinde olmayan ve Latmos körfezinde yer alan Heraklia, hiçbir zaman çok önemli bir şehir olmadı. MÖ. 287 yılında general Lizimahos tarafından fethedilen Heraklia'nın etrafına günümüzde bile bütün ihtişamı ile ayakta duran şehir duvarları inşa edildi. Göl seviyesinden yaklaşık 500 metre yüksekliğe kadar çıkan ve 65 kule ile güçlendirilen duvarlar 6 kilometre uzunluğunda…
Güneş ağır ağır Latmos Dağı’nın ardında kaybolurken biz günün yorgunluğuna da pek aldırmadan en güzel günbatımı fotoğraflarını çekmek için yarıştık. Güneyli rüzgarların taşıdığı bulutlar gölün üzerinde oynaşırken göle ağ atan tekneler yavaş yavaş Kapıkırı sahiline dönüyordu. Doya doya yaşadığımız harika bir gündü…