Bir zamanlar büyük bir uygarlık kurduğu bilinen Lidya Krallığı’nın merkezi Sardes’teyiz bugün. Para basan ilk devletin uygarlığından günümüze kalanları göreceğiz.

İzmir çevresinin en önemli antik yerleşimlerinden olan Sardes harabelerine Uşak karayolu üzerinden 88 kilometrelik bir yolculuğun ardından ulaşıyorsunuz. Ören yeri Salihli’ye 7 kilometre kala, karayolu üzerinde sağınızda yer alıyor. Sardes’i gezmeden önce Sart Mustafa Köyü’ndeki kahvehanelerden birinde kahvaltı etmeyi ve o mis kokulu demli çaylardan içmeyi unutmayın.
Büyük bir uygarlık kurmuş olan Lydia (Lidya) Krallığı’nın merkezi Sardes kentiydi, antik kent kalıntıları işte bu uygarlıktan günümüze ulaşanlardır. İzmir-Salihli karayolu üzerinde, otobüsle geçenler Gymnasion’u görürler. Geceleri de aydınlatıldığı için çok etkileyici görünür. Ünlü Kral Yolu Susa’dan başlıyor ve Sardes’de sona eriyordu. Batı Anadolu bütünüyle Perslerin eline geçtiğinde Sardes Pers egemenliğinin kalesi oldu.
Lydia yüzyıllık bir zaman diliminde Anadolu’nun en güçlü devleti olmuştu. Para basan ilk devlet olarak ticarette büyük ün kazanmışlardı. Kentin ortasından geçen Poktolos (Sart) Çayı beraberinde altın tozları getiriyormuş. Lydia’nın zenginliğinde altının da önemli payı olduğu anlaşılıyor. Çayın kenarında ortaya çıkarılan altın işleme atölyeleri şimdilik ziyarete kapalı tutuluyor. M.Ö. 546’da Perslerle yapılan savaşı kaybeden Lydia devleti yıkıldı. Kent Perslerin eline geçti, ateşe verildi, zengin Lydia hazinesi İran’a taşındı. M.Ö. 334’de İskender kente hakim oldu. Sonra Seleukoslar, Bergama ve Roma egemenliğine girdi. Sardes’de ilk kazılar 1910-1914 arası yapıldı ve buluntular New York Metropolitan Müzesi’ne götürüldü.
Harabeleri karayolu kenarından başlayarak gezebiliriz. Restore edilerek ayağa kaldırılmış olarak gördüğümüz yapı gymnasion-hamam kompleksidir. Hemen yanındaki ayağa kaldırılmış yapı M.S. 3. yüzyılda eklenen sinagogdur. Önde gördüğümüz Gymnasion’un doğu cephesinin M.S. 3. yüzyılda yapıldığı anlaşılıyorr. Sütunlu avludan da hamama giriliyor.


ALTIN İŞLİKLERİ VAR


Kentin ana yolu sinagog ile Gymnasion’un tam karşısında, asfalt yolun öbür tarafındaki büyük yapı rahip evidir. Bronzlu evin ilerisinde agora kalıntıları, akropolün güney eteğinde de Bizans surlarının kalıntılarını görmek mümkün. Surun devamını tiyatronun çevresinde de görebiliyoruz. Karayolunun Salihli yönüne devam edildiğinde avlulu Roma yapısı, Bizans Kilisesi ve Roma hamamı kalıntıları yer alıyor. Akropole doğru ilerlerken Roma Stadionu görülüyor. Yıkılan eskisinin yerine Roma döneminde yapılan 20.000 kişilik tiyatro, Sard Çayı boyunca Artemis Tapınağı’na doğru yüründüğünde mezar anıtlar ve muhteşem tapınak görülüyor. Tapınakta Artemis ile Kybele’ye birlikte tapılmıştı. Günümüze en iyi durumda ulaşmış Artemis tapınaklarından biridir.
Paktolos/Sart çayı kıyısında, Artemis tapınağına giden yolun batısında yeralan çukurda, Lidyalılar’ın altın işlikleri bulunuyor. Beton çatılarla korunan işliklerin ortasında Kybele sunağı bulunuyor. Civa ile karışık altın, Paktolos çayından koyun postları ile toplanıp tuz ile ergitilip ayrıştırılıyordu.
Salihli çevresinde görülmesi ve keşfedilmesi gereken birçok doğal güzellik var. Buraları da görmeden dönmek olmaz. Biz de öyle yapıyoruz. Bozdağ’dan gelen buz gibi suları Gediz Nehri’ne ulaştıran Kurşunlu Deresi’ni, Kurşunlu Vadisini ve şelaleyi de siz de mutlaka görün. Kurşunlu Şelalesi’nin ardından Alahıdır Köyü yakınlarındaki Çakıcı Köprüsü ile Çıplak Değirmen’i görmeye gidiyoruz …
Ahmetli ilçesinden 4 kilometre uzaklıktaki bu köy, 1400 nüfusuyla artık köy ile kasaba arasında bir yerde… Alahıdır’ı ilginç bir yer haline getirense biz gezginlerin yeni yeni fark etmeye başladığımız iki tarihi değeri; Çakıcı Köprüsü ve Çıplak Değirmen…
Zeytinliklerin, hayıt kümelerinin, çam ormanlarının, rengarenk yüzlerce çiçeğin iki yanını süslediği daracık toprak yolda bir süre ilerleyebiliyor aracımız… Sonra traktörlü bir köylüden yardım istiyoruz, yolun geri kalanını aşmamıza yardımcı oluyor.

 


39 KÖPRÜDEN BİRİ


Vadinin derinliklerine doğru Manisa civarında tespit edilen 39 tarihi köprüden biri olan Çakıcı Köprüsü ve yanıbaşındaki eski bir su değirmeni Çıplak Değirmen çıkıyor karşımıza…
Bozdağ’ın berrak sularını Gediz’e taşıyan Kelebek Çayı’nın üzerine kurulmuş tek kemerli devasa bir taş köprü Çakıcı Köprüsü… Hala yapıldığı ilk günlerin özelliklerini taşıyor. Ne bir eksik ne bir fazla… Çevresini kuşatan çınarların, akasyaların, dişbudakların, kavakların arasında tarihin derinliklerinden gelmiş gibi duruyor… Kulaklarımızda Kelebek Çayı’nın çağıltısı, soluklarımızda baharın mis kokuları…
Yapım tarihi net olarak bilinmese de dilden dile dolaşan söylentilere göre 1872-1911 yılları arasında yaşayan ve İzmir’in Kavakları türküsünde Çakıcı olarak anılan Çakırcalı Mehmet Efe zamanında yaptırılmış…Köprünün az ötesinde dağın yamacında Çıplak Değirmen yer alıyor. Belediye tarafından restore edilen bu tarihi yapı da hala yıllar öncesinin bütün özelliklerini taşıyor.
Daha sonra Hermos Kanyonu olarak da bilinen Adala Kanyonu’na da uğradık. Burası Salihli-Demirci yolu üzerinde Kula yakınlarındaki Divlit yanardağının 26 bin yıl önce patlamasının ardından oluşmuş derin bir kanyon… Hem ilkbaharda, hem sonbaharda birbirinden güzel fotoğraflar çekilebilecek, sahilinde piknik yapılabilecek, çadır kurulabilecek sessiz bir doğa köşesi…
Sonraki durağımız Gökeyüp beldesi… Burası özel bir çamurun elle şekillendirilip, odun ateşinde pişirilmesiyle yapılan çömlekleriyle ünlü… “Güveç” adı verilen simli kahverengi çömlekler Gökeyüp’te asırlardır üretiliyor. Aynı teknik ve toprak kullanılarak bu çömleklerin bir zamanlar Kızılderili kabileleleri tarafından da üretildiğini öğrendik. Ama pek şanslı değildik. Gökeyüp’te düğün eğlencesi vardı ve bütün çömlek atölyeleri kapalıydı.
Gölmarmara kasabasında Dörtyol ağzındaki lokantada köftelerimizi yedik ve son uğrak yerimize Marmara Gölü’ne yöneldik.


SULAR ÇEKİLİYOR


Marmara Gölü, Gölmarmara’nın güneyinde bulunan alüvyal set gölü. Gediz çöküntü havzası içinde bulunan gölün seviyesi, Gediz Ovası’nın seviyesinden daha alçak. Derinliği az olan gölün yüzölçümü 44,5 kilometrekare… Yağışın bol olduğu yıllarda göl alanının 71 kilometrekareye, en derin yerinin 7.20 metreye ve göl hacminin 320 milyon metrekübe ulaştığı biliniyor. Ancak son yıllarda yaşanan kurak kışlar nedeniyle göl suları olabildiğince içeride. Suyun çekildiği araziler ise yöre köylüleri tarafından tarla olarak kullanılıyor.
1992 yılında tamamen kuruyan ve artık balıkların pek yaşamadığı göl, 144 tür su kuşuna ev sahipliği yapıyor. Küçük karabatak, tepeli pelikan, küçük balaban, angıt, büyük akbalıkçıl, fiyu, pasbaş pakta, elmabaş pakta, bıyıklı sumru ve mahmuzlu kızkuşu alanda üreyen önemli türler.
Marmara Gölü sahili ile buluşmak için iki yolunuz var… İlki Gölmarmara yolu üzerindeki Hacıveliler Köyü’nden, diğeri Tekelioğlu Köyü’nden… Özellikle gündoğumu ve günbatımlarında manzara benzersiz. Fotoğraf tutkunlarına mutlaka bu sahillere gitmelerini öneriyorum.