Denizli'de teleferikle 6 dakikada ulaşılan ardıç ormanlarıyla kaplı 1500 metre yükseklikteki Bağbaşı Yaylası, Egeli kar tutkunlarının uğrak yeri haline geldi

Denizli ve çevresi hem tarihi değerleri hem de farklı doğal güzellikleriyle Türkiye'nin görülmesi, gezilmesi gereken yerlerin en önemlileri arasında. Gezmek, keşfetmek, fotoğraf çekmek ve gecelemek için o kadar çok uğrak yeri ve seçenek var ki bütün bunları bir hafta sonuna sığdırabileceğinizi düşünüyorsanız yanılırsınız.
Buldan, Laodikeia, Pamukkale ve Bağbaşı Yaylası'nı kapsayan ikinci yolculuğumuzu da bölgeyi doya doya inceleme fırsatı bulamadığımız için yapıyoruz. Gazete 9 Eylül okurlarına farklı bir güzergahtan izlenimler sunabilmek için Denizli'ye bu kez Alaşehir üzerinden gideceğiz.
Yolculuk sabahları erkenden uyanıp kahvaltı yaptığı halde yola çıktıktan bir süre sonra yolculuk kahvaltısının tadını da çıkarmak istiyor insan. Sart Mustafa Köyü'nü geride bıraktıktan az sonra yol kenarındaki kır lokantasında otlu, peynir, kıymalı gözleme ve tavşan kanı demli çay ile yapıyoruz kahvaltımızı. Tam karşımızda zirveleri karla örtülü Bozdağlar... Ve dağlarınckar kokusunu ovaya kadar taşıyan rüzgarlar...


ESKİ EVLER, SOKAKLAR


Pırıl pırıl güneşin ışıklarıyla yıkadığı Salihli'den sonra Alaşehir sapağından Denizli yoluna yöneldik. Jeotermal enerji santralı bacalarının birbiri ardınca yükseldiği, çoğu yerde üzüm bağlarının buz tutmuş sularla kaplandığı ovayı seyrettik. Alaşehir gibi küçük bir Anadolu kasabasında 15 katlı bina yapmanın ne kadar gerekli olduğunu sorgularken 28 bin nüfuslu Buldan'ın levhası çıkıverdi karşımıza.Rengarenk dokumalarıyla ünlü ilçenin iki yanında çoğu restore edilmiş eski evlerinin sıralandığı sokaklarını dolaştık. Güneşli bir günün tadını çıkardık, çayının da tadına baktık. Denizli'nin zirvesi karla örtülü Honaz Dağı ve çevresindeki sıradağlar tam karşımızdaydı.
Denizli'de ilk durağımız Laodikeia Antik Kenti'ydi. Bu mevsimde daha çok Japon turistlerin ziyaret ettiği bu tarihi değer, her gelişimizde bize sürpizler yapan yeni buluntuları ile Türkiye'nin en önemli antik yerleşimlerinden biri. Burası Denizli- Pamukkale karayolu üzerinde ve kente 6 kilometre uzaklıkta. Laodikeia, MÖ 1. Yüzyıl’da Anadolu'nun en önemli ve ünlü kentlerinden biriydi. Kentin adı antik kaynaklarda daha çok "Lykos'un kıyısındaki Laodikeia" şeklinde geçiyor. Tarihçi Plinius'a göre Laodikeia, önceleri Diospolis "Zeus'un şehri", daha sonraları da Rhoas adını taşıyan bir köyün yıkıntıları üzerine inşa edildi. Diospolis adı, burada Zeus'a verilen önemin bir simgesi. Rhoas adının ise, yerli Anadolu dillerinden birine ait olabileceği belirtiliyor. Diğer antik kaynaklara göre ise, kent M.Ö. 263-261 yılları arasında II. Antiokhos tarafından kuruldu ve şehre Antiokhos'un eşi Laodike'nin adı verildi. Kentteki büyük sanat eserleri bu döneme ait. Laodikeia’da 2000 yılında Pamukkale Üniversitesi tarafından başlatılan kazı çalışmaları o tarihten bu yana aralıksız devam ediyor. Kazılar sonucunda 2007 yılında ortaya çıkarılan Sütunlu Cadde, yapımından bin 400 yıl sonra ziyarete açıldı. Kazıların aralıksız sürdürüldüğü antik kentin yapıları arasında büyük tiyatro, küçük tiyatro, stadion ve gimnasion, anıtsal çeşme, büyük kilise, meclis binası ve Zeus sunağı yer alıyor. Antik kentte 17 yıldır sürdürülen kazı çalışmalarında sergilenebilecek nitelikte 3 bin 500’ün üzerinde eser ortaya çıkarıldı, çıkarılıyor.

bagbasi


KÜLTÜR MİRASIMIZ


Keyifli yolculuğumuzda sonraki uğrak yerimiz Pamukkale ve Hierapolis. Travertenlerin oluşmasına neden olan termal suları ile yerli ve yabancı konukların büyük ilgi gösterdiği Pamukkale, UNESCO Kültür Miras Listesi'nde yer alıyor. Pamukkale, şifalı termal suları ile ziyaretçilerine pek çok alternatifli tedavi olanakları sunuyor. Pamukkale'nin yer aldığı Çürüksu (Lykos) Vadisi termal su kaynakları ile özel bir yapıya sahip. İnsanlar binlerce yıldır termal suyu tedavi amaçlı olarak kullanmış, buralarda işlevsel ve gösterişli hamamlar yapmışlar. Hierapolis'in termal sularından kaynaklanan ünü, Roma Dönemi'nde Anadolu'ya yayılmış, hastalar şifa bulmak için buraya gelmişler. Kaplıcaları ile tıbbi merkez konumuna gelen kentte, hastalar tedavi amaçlı geçici ya da kalıcı olarak konaklamışlar. Günümüzde Hierapolis kentinin bulunduğu alanda, tarihi yapılarla kucaklaşan termal sularda yüzmenin keyfi ve mutluluğu bambaşka. Travertenleri yaratan karstik alanlardan çıkan sular bünyesindeki kireç çözeltisi, buharlaşma ve sudaki karbondioksitin ayrışması sonucu çökeliyor. Genellikle beyaz renkte ve pamuk yığınlarını andıran kalker tüfleri ise Pamukkale travertenlerini oluşturuyor. Pamukkale özenle korunan turizm değerlerimizden biri.

bagbasii

JAPONLAR İLK SIRADA


Bu kez Pamukkale'nin yanıbaşında Hierapolis Antik Kenti'ndeyiz. Arkeoloji literatüründe “Holy City” yani kutsal kent olarak adlandırılan Hierapolis birçok tapınak ve dinsel yapıyı bir arada barındırıyor. Kentin kuruluşu ile ilgili bilgiler sınırlı ancak Bergama krallarından II. Eumenes tarafından MÖ. II. Yüzyıl başlarında kurulduğu ve Bergama'nın efsanevi kurucusu Telephos'un eşi Amazonlar kraliçesi Hiera'dan dolayı, Hierapolis adını aldığı biliniyor. Edindiğimiz bilgilere göre
Hierapolis, Roma İmparatoru Neron dönemindeki (MS. 60) büyük depreme kadar, Hellenistik kentleşme ilkelerine bağlı kalarak özgün dokusunu sürdürdü. Üst üste yaşadığı depremlerden sonra kent, tüm Hellenistik niteliğini kaybetti, tipik Roma kenti görünümünü aldı. Hierapolis Roma döneminden sonra Bizans döneminde de çok önemli bir merkez oldu. Hierapolis, XII. Yüzyıl sonlarına doğru Türkler'in eline geçti.
Antik kent alanında Frontinus Caddesi, Agora, Kuzey ve Güney Bizans kapıları, Gymnasium, Tritonlu Çeşme Binası,İon Sütun Başlıklı Ev, Latrina,Apollon Kutsal Alan, su kanalları ve Nympheum'lar, Plutonium, Surlar, Tiyatro, Nekropol Alanı, Hamam Bazilika, Ketadralve Ortaçağ Selçuklu Kalesi kalıntıları her yıl yerli ve yabancı onbinlerce gezgin tarafından ziyaret ediliyor.Akdeniz havzası içinde Roma Dönemi Anadolu tiyatroları arasında en önemli ve özgün bir yere sahip olan Hiearapolis'te bu mevsimde daha çok Japonlar ile Perulu, Kolombiya'lı gezginleri görmek mümkün. Çevresindeki tepelerde yamaç paraşütü atlayışlarının da sıkça yapıldığı bölgede balonla yapılan gezi de büyük ilgi görüyor.
Pamukkale'de her ayrıntıya ilgiyle ve hayranlıkla bakarken Bağbaşı Yaylası tesislerindeki görevliler tarafından telefonla uyarıldık. Günbatımlarında güneşin travertenlerin durgun sularına yansımak üzere olduğu en güzel saatlerde Pamukkale'yi geride bırakıp teleferikle Bağbaşı Yaylası'na çıkmak üzere Denizli'ye yöneldik.

[caption id="attachment_98877" align="alignnone" width="800"]basbasi-gezisi Bağbaşı Yaylası mutlaka her mevsim güzeldir. Ama size tavsiyem yaylanın karla örtülü olduğu günleri tercih edin.[/caption]

ZİRVEDE ORTA KAHVE


Teleferik biniş istasyonuna geldiğimizde hava kararmak üzereydi. Çok lezzetli olduğunu tahmin ettiğimiz akşam yemeğini kaçırmak istemiyorduk. Önce teleferikle 6 dakikalık yolculuk yaparak üst istasyona, oradan ücretsiz ring seferi yapan minibüslerden biriyle 1500 metredeki Bağbaşı Yaylası'na ulaştık. Bağbaşı'na teleferikle gidiş-dönüş fiyatı 6 lira... Üst istasyonda teleferikten indiğimiz anda karla buluştuk. Oradan yaylaya ulaşmak için 1.5 kilometrelik bir yolculuk daha gerekiyor.Burada bir haftasonu hayal edenler için bilgi verelim.Bağbaşı Yaylası Teleferiği ve tesisler 2015 yılında hizmete girdi. Teleferik saatte 1000 kişi taşıyabilen 8 kişilik 24 kabinle hizmet veriyor.
Yaylada her biri 3 kişilik 30 ahşap bungalov ev, saat 19.00'a kadar açık bir restoran ile kafeterya bulunuyor. Yaylada konaklayanlar için geceyarısına kadar çay ve kahve servisi var. Sabah kahvaltısı ve akşam yemeği dahil olmak üzere yaylada bir kişinin geceleme bedeli 110 lira. Eğer birkaç saatlik ziyaret sırasında kar manzarası eşliğinde kahvaltı etmeyi tercih ederseniz bedeli 15 lira...Yaylada yöresel satış stantları, sucuk-ekmek yapılan küçük bir büfe ve market de yer alıyor.
Bağbaşı Yaylası'nda, anılarımızda güzel izler bırakacak harika bir haftasonu yaşadık. 10 santimetre kalınlığında kar örtüsünün süslediği yaylada gezindik, bol bol fotoğraf çektik. Sıcaklığın -8 dereceye düştüğü bol yıldızlı gecede, görevli gençlerin evimizin kapısına bıraktığı iki çuval odunla, şömineden bir farkı olmayan cam kaplı sobayla iliklerimize kadar ısındık. Pencerenin ardından tesislerde yiyecek arayan tilkilerle, çakalları, sabahın erken saatlerinde de yaylayı süsleyen ardıç ağaçlarının tohumlarıyla beslenen karatavukları izledik. Bağbaşı'nda konaklamak, biz İzmirli dostlar, Işık Teoman, Hürol Dağdelen ve benim için büyük bir ayrıcalıktı.
Bağbaşı Yaylası mutlaka her mevsim güzeldir. Ama size tavsiyem yaylanın karla örtülü olduğu günleri tercih edin.
Dönüşte de teleferikle aşağıya inmeden önce bir yandan Denizli manzarasını seyrederken, üst istasyondaki kafeden birer orta kahve içmeyi unutmayın.