Ağustos ayında bile güneş batınca üşüdüğünüz Urla Barbaros gölleri ve çevresi Ocak ayında çok soğuk ama kış mevsiminde bile görmeye değer.

Günler hala kısa ve Pazar gezintilerimizi bu yüzden hep kısa mesafelere planlıyoruz. Bugün de gezi güzergahımızda Seferihisar Ulamış, Urla Barbaros ve Çeşme Eyrthrai var.
Ulamış, İzmir Seferihisar yolu üzerinde Bademler’i geçtikten birkaç kilometre sonra, kente 38 kilometre uzaklıkta, yolun yanıbaşına kurulu köylerden biri… Burası şehir hayatına hem yakın hem uzak, 2 bin 500 nüfuslu bir köy. Kuruluş tarihinin 300 yıl öncesine dayandığı söyleniyor. 2003 yılındaki depremde birçoğunun yıkılmasına karşın Ulamış’ın ayakta kalan taş evleri hala ilgi çekiyor. Ulamış merak eder de bir gün giderseniz, Cumartesi gününü tercih edin. Cumartesi günleri burada köy pazarı kuruluyor ve hafta sonlarında yalnızca 400 adet üretilen karakılçık buğday ekmeğinden yalnızca pazarda bulabilirsiniz. Ulamış’ta, bu köyün gelişmesi ve tanıtılması için uğraş verenlerin başında gelen Berkhan Parlak’ın çiftliğinde, atlar, köpekler, kediler ve tavuklarla iç içe, üşüdüğümüzde alev alev içimizi ısıtan mangalın çevresinde çok keyifli anlar yaşadık. Köyün içinde bir eski evden dönüştürülen, devasa bir kuzinenin ısıttığı Çiçekli Avlu’da yediğimiz köy kahvaltısı da nefisti.
Sonra Bademler’den önce Ovacık’a sonra Urla’ya geçtik, yağmur bulutlarının giderek kalabalıklaştığı gökyüzünün altında Çeşme karayolundan Barbaros’a yöneldik.
Barbaros Köyü’ne İzmir Çeşme yolunun 55’inci kilometresinde, manzara kahvesi olarak bilinen, sabah kahvaltısı ve sahanda yumurtası ile meşhur salaş kır kahvesinin tam karşısından ulaşılıyor. Biz aslında Kocagöl’ün kıyısına gideceğiz ama Barbaros Köyü’nü anlatmadan olmaz.

ESKİ ADI SIRADAM


Barbaros 300 nüfuslu sessiz, sakin, küçücük bir köy. Anlatılanlara göre 700-800 yıl önce gezgin Yörükler gelip buraya yerleşmişler. Köyün eski adı Sıradam’mış, Dönemin valisi geldiğinde buraya Barbaros adını vermiş. Yıllar önce köyün ortasından geçen derenin iki yanında sıralanıyormuş damlar. Köyün eski adı buradan gelme. Köyün bazı yerleri SİT alını. Çevrede yıkık yel değirmenleri, su değirmeni olduğu belirtiliyor. Geleneksel ürün olan bağcılığın, eskisi kadar olmasa da devam ettiği köyün en önemli özelliklerinden biri sakinlerinin kültür düzeylerinin oldukça yüksek olması. Köyde yaşayanların neredeyse tamamı üniversite mezunu.
Barbaros Köyü’nden geçerken, Çanakkale Savaşı’na gönderilen ve şehit olup bir daha köye dönemeyen 36 gencin anısına yaptırılan “Şehitlik Abidesi”ni mutlaka görün.

HAVA ÇOK SOĞUKTU


Barbaros’tan Birgi Köyü’ne giden daracık asfalt yolun sol yanında genellikle yağmurlu kış mevsimlerinin ardından oluşan iki küçük göl var. Bunlardan birinin adı Kocagöl. Kıyısında bir kır restoranının da yer aldığı bu gölün ev sahibi ördek ve kazlar, buraya pikniğe gelenlerin her zaman ilgisini çekmeyi başarıyorlar.
Ama fotoğraf tutkunlarının tercihi daha içeride bulunan ikinci göl… Biz de günbatımlarını oradan izlemeyi tercih ediyoruz. Hele günbatımına yakın ufukta birkaç parça bulut varsa, rüzgar da suyun yüzeyini ürpertmiyorsa alacakaranlık çökünceye kadar muhteşem fotoğraflar çekebilirsiniz. Ama biz bu kez Barbaros’a günbatımı fotoğrafı çekerken profil objesi olarak kullandığımız, ancak sular çekildiğinde kimbilir kim tarafından kökünden kesilen çam ağacının yerine bir mavi servi fidanı dikmek için gelmiştik. Hep birlikte hem o fidanı diktik, hem de gölün sahilini başka fidanlarla süsledik.
Barbaros’a gidip günbatımı izleyecekseniz, gündüz sıcaklığına pek güvenmeyin, yanınıza mutlaka kalın giysiler alın… Hele bu mevsimde iyice tedbirli olun. Çünkü hasta olabilirsiniz.

ZİRVEDEN GÜNBATIMI


Bugünkü yolculuğumuzda son durağımız Kadıovacık Köyü’nden sonra ulaştığımız Ildırı (Erythrai)… Erythrai sözcüğünün Yunanca’da “kırmızı” anlamına gelen Erythros’tan türediği, kent toprağını kırmızı renginden dolayı Erythra’nin “Kızıl Kent” anlamında kullanıldığı sanılıyor. Kentte ele geçen bulgular, bu yörede ilk Tunç Çağ’ından bu yana yerleşimin olduğunu gösteriyor. M.Ö.1.Yüzyıl’da depremler, savaşlar ve Romalı komutanların yağmaları yüzünden büyük yıkıma uğrayan yöre; 16. Yüzyıl’dan sonra Ilderen ve Ildırı adlarıyla anılmaya başladı. Şehirde 1963-1966 yılları arasında Prof.Hakkı Gültekin ve sonraları Prof. Ekrem Akurgal tarafından kazı çalışmaları yapıldığı belirtiliyor. İlk önce M.Ö. 3. Yüzyıl’ın sonlarında yapıldığı sanılan akropolün kuzey yamaçlarındaki antik tiyatro toprak altından çıkarıldı. Akrapol'ün en yüksek düzlüğünde yapılan araştırmalarda da Athena tapınağına ait kalıntılar bulundu. Şehrin etrafının 5 kilometre. uzunluğunda surla çevrili olduğu anlaşıldı. Tiyatro kısmen açığa çıkarıldı ve restorasyon çalışmaları yarım kaldı. Araştırmalarda akropolde M.Ö.6. ve 7. Yüzyıl’dan kalma çanak, çömlek, taş ve topraktan figürler bulundu. Bunlar Erythrai şehrinin en eski tarihi buluntuları olarak kayıtlara geçti.
Şiddetli rüzgara ve soğuk havaya aldırmadan günbatımını izlemek için nefes nefese Akropol’e tırmandık. Bulutların arasından zaman zaman kendisini gösteren güneşle önce selamlaştık, sonra vedalaştık.
Bir kış gününü görüntüsüyle ve yapılarda kullanılan taş malzemeleriyle Assos’a benzeyen, sakin köy Ildırı’nın bir restoranında noktaladık.