Kula’daki eski evlerin bütün ahşap kapıları kilitliydi. Sessizdi avlular. Kim bilir kaç hayat başladı bu kapıların ardında, kim bilir kaç hayat bitti. Hayat kısacık bir maceraydı o kapıların ardında yaşanan

Yıllar önce İzmir-Ankara güzergahı üzerinden yaptığım yolculuklarda, bir kez daha görmekten büyük keyif aldığım şirin, eski evleriyle bana Osmanlı dönemlerindeki mütedeyyin kasabaları anımsatan içine kapalı, küçücük bir Anadolu kasabasıydı Kataketaumene, yani “Yanık Ülke” Kula…

Ankara yönünden de gelseniz İzmir yönünden de gitseniz çevresini kuşatan devasa kavaklıkların arkasında iki katlı evleri hayal meyal görülürdü. Hele yaz bitip de sararan yapraklar, sağa sola savrulmaya da başladığında Kula’da sonbaharı solumanın tadına doyum olmazdı…

Sonra yıllar geçti, önce ilçeyi kuşatan kavaklıklar yerlerini hızla çok katlı binalara, akaryakıt istasyonlarına, tamirhanelere, usta işi derme çatma atölyelere terketti… İlçe İzmir yönüne doğru hızla büyüdü… Sokaklar genişledi, bulvarlar açıldı, binalar yükseldi ve sonunda İzmir yönünden gelenler yanardağ kraterlerini geride bırakıp çıktıkları tepeden baktıklarında, ülkenin her köşesinde artık benzerleri çok görünen kişiliksiz, beton yığını, çirkin bir yerleşim yeriyle karşılaştılar…



Anadolu kasabası Kula’nın o tipik Osmanlı dönemi kasabalarını andıran “terkedilmiş yanı” o büyük ilçenin ortalarında bir yerde küçüldü kaldı…

İşte ben, Kula’ya o “hüzünlü yanı” solumaya gittim…

Kula’ya giderken aylardan sonra ilk kez, çayı ile kahvesi ile kekiyle, sık sık arızalanan videosu ile bir otobüs yolculuğunun tadını da çıkardım.

İki saat boyunca Kula’ya ulaşıncaya kadar İzmir-Turgutlu-Salihli güzergahında, devasa tesisleri, konteyner alanlarını, organize sanayi sitelerini, biçimsiz konutları, kirlenmiş köyleri, artık akarsu özelliğini yitirip birer pis su kanalına dönüşmüş çay ve dereleri, çöp ve moloz yığınlarını, inşaatları, depoları, giderek azalan meyve bahçelerini, bağları, tarlaları, yıkılıp öylesine bırakılan tuğla fabrikalarını, hızla büyüyen ve ovalara doğru yayılan yerleşim yerlerini, bir daha eski haline gelmeyeceklerini de bilerek hüzünle seyrettim.

 

ÇARŞIDAN YÜRÜDÜM




Alçalmış kapkara bulutların örttüğü 49 bin nüfuslu Kula’da yağmurla selamlaştık, sonra bulvardan kasabanın çarşısına doğru yürüdüm…

Demircileri, bakırcıları, halıcıları, semercileri, keçecileri, leblebicileri, helvacıları, saraçları, ayakkabıcıları, testicileri, tenekecileri, dokumacıları, nalbantları, marangozları, terzileri, bir fincan kahveyi 75 kuruşa içebildiğiniz küçücük kahvehaneleri geride bıraktım, eski evleri, daracık sokakları ve geleneksel yaşamıyla birkaç mahalleye sıkışıp kalmış ilçenin kalbine yürüdüm.

Öğrendiğim kadarıyla Kula’da Osmanlı dönemi mimarisinin özelliklerini taşıyan 3 bin yapı bulunuyor. Bu evlerden 880’i tescilli ve koruma altında. Evlerin restorasyonu pek hızla olmasa da sürüyor.

Kula aslında kale içi bir yerleşim. Çünkü bugün bile kullanılan isimler (Demircikapı, Seferkapı) ilçenin bu özelliğini doğrulamaktadır. Bugün için kale kalıntıları görünmüyorsa da kalenin varlığı açık. Bu nedenle de doku çok sıkışık. Şehir merkezi ve çekirdekler düzlükte yer alıyor. Evler ise çekirdek etrafında mahalle birimleri halinde görülüyor. Sokakların ancak bir yük hayvanının geçebileceği kadar dar oluşu evlerin sokak kenarında sıralar halinde yer alması, meydan olmaması ve yer yer sağlık koşullarına uymayan yerleşmelerin bulunması karakteristik bir kale içi dokusunu oluşturmuş. Sokakların en çok 100 metreden sonra kıvrılma ve kırılması organik dokuyu yaratmış. Kula’da evler iç içe gelecek şekilde sıkı bir doku görünümünde. Hatta evlerin çatıları sokakları örtmüş. Kula sokaklarında yağmurda ıslanma şansınız yok, Kula’da damların altı kuru, misafirin de yolu.

Kula evleri 18. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimi altındaki hemen her bölgede karşımıza çıkan ve Türk Evi olarak tanımlanan ahşap evler. Gerek plan, kuruluş ve gerekse ahşap, alçı ve kalem işi gibi zengin sistemleriyle bu dönem Osmanlı Sanatı’nın başarılı örnekleri. 19. Yüzyıl’da devam eden yapı şekliyle Kula İlçesi tipik bir Osmanlı kent dokusuna sahip.

Tarihi Kula evleri genellikle iki katlı ve ahşap. Üst katlar sokağa doğru çıkıntılı olup, kiremitle örtülü çatılar bir saçak ile bitiyor. Bu saçakların alt kısmında süslemeler var. Pencereler tahta kepenkli, iç kısmı avlu ya da bahçe ile bir bütün olup günlük yaşam biçimi ile uyumlu bir yapıda.

ÜÇ METRELİK DUVARLAR




Tarihi Kula evlerinin kerpiç dolgulu zemin katı genellikle taş, taşıyıcı sistemi ağaç yapı tekniği ile inşa edilmiş. Alt katları genellikle penceresiz ya da az pencereli. Kula evlerinin hepsinde bir avlu yer alır. Avlu en az 3 metre yükseklikte bir duvar ile çevrili. 18. Yüzyıl ile 19. Yüzyıl ilk yarısındaki örneklerde eve giriş çoğunlukla avludaki çift kanatlı ahşap bir kapı ile sağlanırdı. Zemin katta ahır, kiler, mutfak gibi mekanlar yer alır. Fırın ve tuvalet çoğunlukla avlunun bir köşesindedir. Sofalı evlerde tuvalet evin içine alınmış.

KISACIK MACERALAR


Kula Evleri büyük aile yapısına ve yaşamın önemli bölümünü evde geçiren kadına göre düzenlenmiş, günlük yaşam, yazları avluda, bahçede ve hayatta; kışları ise ara katta ya da ikinci katta geçer. Bahçede sebze-meyve yetiştirilir. Dolaplar işlevlerine göre yüklük, çubukluk, testilik, peşkirlik, lambalık, tembel deliği gibi adlarla anılır. Seki altı yönündeki yüklüklerin yanlarında gözenek denilen kandil şişe ve bunu gibi eşya konulan bezemeli ahşap gözler bulunur. Dolapların bazıları tavana kadar uzanır. Bazılarının üst korkuluklu asma kat biçimindedir.

Orada bulunduğum birkaç saat içinde, kasabanın kalbindeki sokakları tek tek dolaştım, o tarihi havayı doyasıya soludum, daracık sokaklardaki her biri diğerinden farklı güzellikteki ahşap kapıların açılacağını, avlularından yürüyerek dedemin, anneannemin, babaannemin, şimdi hayatta olmayan teyzelerimin bana gülümseyeceği hissine kapıldım.

Kula’daki eski evlerin bütün ahşap kapıları kilitliydi… Sessizdi avlular. Kimbilir kaç hayat başladı bu kapıların ardında, kimbilir kaç hayat bitti. Hayat kısacık bir maceraydı o kapıların ardında yaşanan…

Kula’da kerpiç evlerin çoğu ayakta, rengarenk boyalılar. Ama ilçenin gençleri için kendilerine büyüklerini hatırlatan acı ya da tatlı anılardan başka hiçbir şey ifade etmiyorlar şimdi…