Geçen hafta “Tipimiz kayarken” başlıklı yazımızı, sözü tarihe bırakacağız diye virgüllemiş, Ayşenur Ergün’ün “Üç Kıtanın Hakimi Kanuni Sultan Süleyman” adlı yapıtının “Kanunname” bölümüne atıfta bulunmuştuk. Gerekçemiz de, artık saklamadan gizlemeden söylenen “Osmanlıcılık” özlemleri, bu yolda fütursuzca atılan adımlar ve yaratılan “oldu bitti” atmosferiydi. “Kanunname” bölümünü seçmemiz, elbette bir yerlerde çoktan yazılıp bitirilmiş olduğu çok açık olan “Anayasa”nın, nasıl bir manifestoya dayandığını düşünelim, görelim diyedir. Kanunnameler, bugünkü Anayasaların geçmişteki karşılığıdır. Aramızda, Osmanlıcılık zihniyetiyle yazılacak olan bir Anayasa’nın, sırtını Eskimo şarkılarına ya da Thomas More’un “Ütopya”sına dayayacağını düşünenler, herhalde yoktur.
Yüzyıllarca bir ailenin mülkü olarak kabul edilen ve bir kişinin buyruğu altında yaşayan bir imparatorluğu ve ahalisini yönetmek, kuşkusuz kendine özgü bir yapılanmayla mümkündür. Osmanlı yapılanması ve sistemin sürdürülebilir olması, öncelikle Kanunnameye dair sıkı bir itaate ve yaptırımların ödünsüzlüğüne bağlıdır. Peki nasıl? Şimdi burada satır satır Kanunnameyi alıntılandıracak değiliz. Bir paragrafla özetleyelim ve tamamının okunması gerektiğini vurgulayalım. Kanunnamelerin nereden bulunacağını merak edenlere de küçük bir anımsatma yapalım. Kafamızı kaldırmadığımız o zımbırtılar sayesinde bulacağız efendim. Birer internet kuşu gibi dolaşırken, örneğin Google Efendiye bu kez –belki de ilk kez!- “bir şey öğrenmek için” başvurursak, Kanunnameyi bize güzelce okutacaktır. Neyse, konumuza dönelim.
İdari, mali, cezai ve çeşitli alanlarda görülen gereklilik üzerine, padişahların emir ve fermanları ile konulan kanun ve nizamları içeren belgelere “Kanunname” denir. Bütün İslam devletlerinde “hükümde” birinci derece asıl kaynak “Kitap, sünnet, icma ve kıyas” ile bunlara bağlı bireysel delillerin oluşturduğu İslam Hukuku'dur. Ulemanın, “meseleler” üstüne fıkıh kitaplarına göre verdikleri cevaplar derlenmiş, böylelikle “Fetva Kitapları” derlenmiştir. Bunlara, Sultanın emir ve fermanları eklenmiştir. Çünkü İslam Hukuku, padişaha hüküm verme yetkisi tanımaktadır ve padişaha itaat kesin olarak emredilmiştir. Osmanlı padişahlarının, İslam hukukunun dışında olan örf, adet ve geleneklere dayanarak yaptıkları düzenlemeler, İslam hukukunun dışında değerlendirilemez. Bunun içindir ki, Osmanlılarda yargıç makamında olan Kadılar, fıkıh ve fetva kitapları yanında, padişah tarafından çıkarılan emir, ferman ve kanunnamelere de “hükmeden kaynak” olarak başvururlar.
Bir girizgah olarak, Osmanlının kanunnamesini ve felsefesini özetlemeye çalıştık. Kuşkusuz, devasa bir hukuk, yönetim, toplumsal yapı öngörüsü ve uygulamasını bir paragrafta anlatmak olası değildir. Amacımız, bu toz duman içinde öne çıkan “Osmanlı”, “Anayasa”, “Başkanlık” gibi kelam ve kavramların ne anlama geldiğini, tarihteki karşılıklarını bilmeden konuşulamayacağını anımsatmaktır. Şimdiden kendini hayli hissettiren bir geri dönüşün ve ona dair söz ve uygulamaların kodlarını bilmek ve bildirmek gerekmektedir. Savunanın neyi savunduğunu, itiraz ve reddedenin niye karşı çıktığını net ve dolaysız olarak anlatamadığı bir süreçten geçiyoruz. Kestirmeler, hamasetler, sızlanmalar, gündelik gelişmelerin ardında savrulmalar, bizi işin özünden ayırıyor, koparıyor.
İşin özü, bir ülkenin varoluşu ve geleceğidir. “Türk, milli, yerli” ambalaj ve makyajıyla, bir ülkeye biçilmeye çalışılan “tip”tir. Olup bitene bakışımızdaki kerteriz bu olmadıkça, ne derdi anlayabilir, ne derdimizi anlatabilir, ne de büyük buluşmaları gerçekleştirebiliriz. Bu gerçek, sizce de yeterince kanıtlanmadı mı?