“Bir gemi yanaştı Samsun'a sabaha karşı

Selam durduğu kayığı, çaparı, takası

Selam durdu tayfası.

Samsun limanına bu gemiden atılan

Demir değil

Sarılan Anayurda

Kemal Paşa'nın kollarıydı.”

(Cahit Külebi)

1919 yılı Mayıs ayının başlarında bir gün, Kurmay Albay Kazım Beyin, Serenceköy'deki evinin telefonu çaldı. Kazım Bey telefonuna koştu. Karşıdaki ses:

-Ben Mustafa Kemal, sizinle biraz konuşmak istiyorum, diyordu.

Kazım Bey:

-Hemen gelirim.

Mustafa Kemal:

-Hayır, ben geliyorum.

-Gönlümü alırsınız Paşam.

Çok geçmeden iki yurtsever konuşuyordu, Paşa:

-Kazım Bey, ben III. Ordu Müfettişi olarak Anadolu'ya gidiyorum. Sizi, Kurmay Başkanı olarak yanıma almak istiyorum.

Kazım Bey:

Benim için büyük şereftir. Emrinizdeyim.

Paşa:

-Hayır, önce düşününüz. Normal günlerde değiliz. Orada büyük işler yapmak, kanadı kırılmış yurdumuza yeniden canvermek için, geçmişimizi, başımızı vermemiz gerekebilir.

-Anlıyorum Paşam. Sizin emrinizde yurt hizmetine hazırım. Canım, başım, her şeyim bu toprak içindir...

Mustafa Kemal Paşa, Albay Kazım Bey'in kararlılığından emin olunca:

-Peki dedi, “Yarın Harbiye Nezareti'nde Albay İsmet (İnönü) Bey'i görürüz, o gerisini tamamlar” diye ekledi...

Kuruluştan sonra 10 yıl süreyle İzmir Valiliği'ni basiretle yürüten General Kazım (Dirik) bu anısını, bir Cumhuriyet Bayramı'nda, Atatürk'ün huzurunda, onun emriyle böyle anlatmıştı ve sözlerini bitirmişti:

-İşte, bugünkü mümtaz Cumhuriyetimizi kurmayı daha o zamandan düşünmüş olan iki büyük şefin emrine, ben böylece girmiş oldum.”

Mustafa Kemal, “ATATÜRK” olma yolundaki adımlarını pek erken başlamıştı. Düşünün; 13 Kasım 1918 günü, Adana'dan gelen trenden Haydarpaşa garına inip, Boğaz'daki İngiliz gemilerini görünce, yanındaki yaveri Cevat Abbas'a (Gürer) şöyle diyebilmişti:

-Geldikleri gibi giderler.

Halikarnas Balıkçısı'nın söylemiyle “Mukadderatın Adamı” Mustafa Kemal Paşa, 15 Mayıs 1919 günü, İngiliz postallı Yunan askeri İzmir'in kutsal toprağına ayak basmasının ertesi günü Anadolu'ya çıkmak üzere Karadeniz'e açılıyordu. Bu, raslantı olabilir miydi?

Bandırma vapurunun hedefi Sinop idi. Zira, şu söz yaygındı.

“Karadeniz'in üç limanı vardır: Temmuz, Ağustos, Sinop!

Mustafa Kemal Paşa her olasılığa karşılık 18 Mayıs gecesi, Bandırma Vapuru'nun kaptanı İsmail Hakkı'ya (Durusu) buyurdu:

-Kır dümeni Samsun'a!...

Bir duman tüterdi bu geminin bacasından bir duman

Duman değildi bu!

Memleketin uçup giden kaygılarıydı.

Samsun limanına bu gemiden atıldan

Demir değil!

Sarılan anayurda

Kemal Paşa'nın kollarıydı.

Selam vererek Anadolu çocuklarına

Çıkarken yüce komutan

Karadeniz'in halini görmeliydi.

Kalkıp ardı sıra baktı dalgalar

Kalktı takalar.

İzin verseydin Kemal Paşa,

Ardından gürleyip giderlerdi,

Erzurum'a kadar.”

(C. Külebi)

Orduları dağıtılmış, tersanelerine girilmiş, ulusu yorgun ve bitap düşmüş ülkeye giderken, Mustafa Kemal neye güveniyordu?

-Türk Milleti'ne!..

Bu yüce Millet de, Anafartalar Kahramanı'na güveniyordu; dolayısıyla askeri öğretmeni, kadını çocuğu, yoksulu varsılı onun ardına takıldı. “Bir yürüyüş eylendi!”; İstanbul'dan başlayan kutlu yürüyüş Samsun'dan sonra Erzurum ve Sivas duraklarında biraz eylendi. O zamanlar, Bozkır'da bir Anadolu kasabası Ankara'da bir hayli duraklandı. Sonra, “mübalağa” cenk olundu. İnanılmaz sanılan şey başarıldı ve bin 213 gün sonra, 9 Eylül 1922 Cumartesi günü İzmir'de zafer durağına vasıl olundu.

Kutsal Kurtuluş Savaşı'nda her şey, çağdaş Prometheus Mustafa Kemal Paşa'nın planlayıp öngördüğü gibi seyretti ve sonuçlandı. Nitekim kendisi Büyük NUTUK'ta bunu şöyle açıklıyor:

“Her evresiyle düşünülmüş, hazırlanmış, yönetilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekat; Türk ordusunun, Türk subay ve komuta heyetinin yüksek güç ve kahramanlığını tarihte bir daha belirleyen çok büyük bir eserdir.

Bu eser, Türk ulusunun özgürlük ve bağımsızlık düşüncesinin ölümsüz anıtıdır. Bu eseri yaratan bir ulusun çocuğu, bir ordunun başkomutanı olduğum için sonsuza kadar mutlu ve bahtiyarım.”

Yurdumuza destursuz giren işgalciler, Başkomutan'ın ilk günlerde söylediği gibi;

-Geldikleri gibi -dahası, bir bir pişmanlıkla- gittiler.

“Biz biliriz bizim işlerimizi

İşimiz kimseden sorulmamıştır.

Kılıçla, mızrakla, tüple, tüfekle

Başımız bir kere eğilmemiştir.

Davranı da deli gönül davranı!

Kemal Paşa dinlemiyor fermanı

Anasını, bacısı, kızı, kızanı

Bizim gibi millet görülmemiştir.”

(Külebi)