Mauriccio Macri (Arjantin Devlet Başkanı), G20 karşıtlarının protestoları dindirmek için resmi tatil ilan etmekten 22 bine yakın polis görevlendirmeye kadar müthiş bir performans gösterdi ama Buenos Aires sokakları “Defol G20, Defol IMF” sloganıyla doldu,taştı. Arjantinliler, Uluslararası Para Fonu (IMF) ile ülkeleri arasında yapılan anlaşmaya oldukça tepkililer. Peso,Arjantinin para birimi ve geçen yıla göre dolar karşısında yüzde 50 erimiş durumda.Çaresiz kalan hükümetleri, geçen eylül ayında 57 milyar dolarlık bir standbye anlaşmasını IMF ile imzaladı ki bu IMF’in tarihindeki en büyük kredi.
Zirvenin en az Mauricco Macri kadar kendini kötü hisseden bir diğer figürü de Suudi Prens Muhammed bin Salman. Henüz yasal bir karar olmasa da Dünya kamuoyunun vicdanında Cemal Kaşıkcı’nın katili olarak kabul ediliyor, kimse görüşmek istemiyor ya da nezaketen konuştuklarında konu Kaşıkcı cinayeti ile sınırlı kalıyor. Arjantinli Federal Yargıç Ariel Lijo, İnsan Hakları İzleme örgütünce yapılan başvuruyu kabul etti ve soruşturma başlattı. Bu olay sembolik bile olsa, Prens ne olur olmaz hesabı ile lüks hoteller yerine, diplomatik dokunulmazlık sağlayan büyükelçilik binasında kalmayı tercih etti.
G20’nin gündemi de hayli yoğundu. G20,1999 yılında Berlin’de kurulduğunda, kuruluş amaçlarından birisi olarak da adil küresel ticaret telaffuz edilmişti. Bu zirvenin en önemli konularından birisi ise ironik şekilde Trump’ın korumacı politikaları ve ABD-ÇİN ticari savaşları. Çin Devlet Başkanı Jinping, ABD’nin Çin’e karşı tarihinin en kapsamlı gümrük vergilerini geçen Eylül'de uygulamaya sokmasını, küresel serbest ticarete saldırı ve ticari savaş olarak yorumlamıştı. Trump ile Jinping’in görüşmesinden bir olumlu beklenti içinde kimse yok. Nitekim sinyal,Trump’dan geldi ve yeni vergilerle tehditlerine devam ederek ABD’de başkanlık uçağı One Force’a bindi.
Ukrayna krizi sonrası, planlanan Trump-Putin görüşmesinin iptali de uluslararası politika için umut vadetmiyor. Krizi, ABD Uluslararası hukuk ihlali kapsamında değerlendirirken, Rusya ulusal çıkarlarına odaklı bir perspektifi dile getiriyor. Konu,BM Güvenlik konseyinin gündeminde.
transanlantik ilişkiler ve yeni NAFTA antlaşması da bir diğer gündem konuları. ABD ile Almanya ve Fransa arasında otomobil sektörüne yönelik ek vergi konuları giderek kriz eşiğinin düzeyini arttırırken NAFTA’nın, geçen ay Meksika ve Kanada tarafından ABD ile uzlaşılması akabinde imzalanması umutvari bir gelişme olarak görülüyor.
Tabii konular böylesine acil olunca, G20’de, sürdürülebilir global sağlık, küresel ekonomi ve çalışma hayatının ve kadının güçlendirilmesi,uluslararası finans,kalkınma ve iklim sürdürülebilirliği, enerji, altyapı, gıda ve küresel açlık gibi gündem maddelerine hiç sıra gelemiyor!
Halbuki küresel sorunlara yönelik sosyal, siyasi ve ekonomik maliyetleri sınırlamak ve krize dönüşmesini engellemek,G20’nin ana hedefi olması beklenir.
Görüldüğü gibi G20 zirvesi ABD ile dünya arasında, ABD hegemonyası ile savaş arenasına dönmüş durumda. Soğuk savaş yıllarından bu yana devam eden küresel güç ABD tahakkümünün sonrasının görünür olmaması tüm ülkelerin ve dünyanın önünü tıkıyor. Burada insan ister istemez İsmet İnönü’nün 16 Nisan 1964’de sarfettiği sözünü hatırlıyor: “Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye’de orada yerini alır.” Belki G20’nin ana gündemi yeni bir dünya düzeni olmalıydı! Yine de sonuç bildirisinde, Paris İklim Deklerasyonu'nun geri dönülemez olduğunun vurgulanması umut vadediyor.