2018–2019 futbol sezonu uzunca bir aradan sonra yeniden santra vuruşları ile karşımızda… Geçtiğimiz hafta ikinci yarının ilk maçları oynandı. Bizler de takımların yeni hallerini değerlendirmeye başladık. İlk maçlar biter bitmez oynanan Türkiye Kupası maçları da özellikle takibe aldığımız takımları daha iyi analiz etme şansını tanıdı.

Bu hafta üzerinde özellikle durmak istediğim takım Başakşehir takımı… Mükemmel formu, üst düzey oyunculardan kurulu kadrosu, uzun süredir aynı oyun felsefesini çok da değişmeyen kadrosuyla sahaya yansıtması… Maddi durumundaki parlaklık da bu takımı diğerlerinden ayıran farklı bir özelliği… Zaten bu kadar rahat olmalarını ben iki iddiama dayandırıyorum. Birinci savım; paraları var ya da hemen temin edebiliyorlar! İkinci savım; yönetici kadroları… Yanlış anlaşılmasın sakın! Bu kadrolar dünyanın en büyük takımlarında yönetici stajyerliği falan yapmış, futbolu mükemmel derecede bilenler değiller! Bu arkadaşların en büyük özellikleri mevcut iktidarın bir şekilde içerisinde olmaları… Ya da içerisinde olanların yakınları olmaları… Ayrıca bazılarının İstanbul Büyükşehir Belediyesinde görevli üst düzey yönetici olmaları… Siyasetin veya politikanın içerisinde olmuşlukları ya da devam ediyor olmaları…

Yetmez mi? Fazla bile…

Takımın aslında proje takımı olduğu aşikâr… Hatta buna benzer başka takımlar ve olaylar da mevcut… İsterseniz filmi biraz geriye alalım, çok uzaklara değil son on beş yıl içerisinde biraz dolaşalım. İstanbul Büyükşehir Belediyespor futbol takımı olarak yoluna 2.Ligde devam ederken, hızlanarak, önce birinci lige hemen arkasından 2006–2007 sezonunda da Süper Lige çıkan kulüp 2014 yılında da devşirilerek Başakşehir adını aldı. Kamuoyunda oluşan, “belediye imkânları ve bütçesi bir Süper Lig takımı için kullanılıyor” baskısı onları bu şekilde davranmaya itti. Peki, ne değişti? Sadece takımın adı…

Peki, iktidara yakın bazı kişi veya grupları hangi sebepler bu şekilde futbolu kullanmaya itti?

Geçmişe göz atmaya devam edelim; Galatasaray’ın yeni stadının açılışını hatırlayalım… Dönemin Başbakanı’nı, tribünleri dolduran taraftarlar neredeyse konuşturmamıştı bile…

Ayrıca büyük takımların taraftar grupları hemen her müsabakada iktidar aleyhinde tezahüratlarda bulunuyorlardı. Gezi olaylarındaki özgürlük kısıtlayıcı, faşist tutum; maçlardaki on binleri bir araya getirerek İzmir Marşını söylemeye itmiyor muydu?

Futbolu daha doğrusu futbolun ses ve para getiren yanını iktidar lehine dönüştürmeye çalışan bazı akıllılar, önce taraftar grupları oluşturmaya çalıştırlar. Ama kitleleri bir araya getirmek öyle kolay olmuyordu. 2013–2014 sezonundaki Beşiktaş-Galatasaray maçını hatırlayalım. Maç yarıda kalmıştı. Beşiktaşlı bazı seyircilerin sahaya akını ile… Kendilerine 1453 adını taktıkları bir grup iktidar yanlısı taraftar, ne yaptıklarını kendilerinin bilmedikleri bir şekilde maçı katlediyorlardı.

Bu arada meşhur semt; Kasımpaşa takımının 2004 yılından başlayıp, koşar adım diyeceğim ama aslında uçar adım, nasıl Süper Lige uçtuğunu hatırlayalım. Sadece 3 yılda Süper Lig! Nasıl ama? Kasımpaşa’nın bu atraksiyonunda, canımız Altay’ın da nasıl canının yandığını unutmayalım!

Ankaraspor A.Ş.’yi ve Ankaragücü takımlarına neler yapıldığını hatırlayalım. Köklü camiasının varlığı sayesinde Ankaragücü tekrar hak ettiği noktaya geç de olsa kavuştu. Peki, Ankaraspor nerede? Var mı bilen?

Şimdi de Başakşehir’in şampiyon yapılmak istenmesi… Takımın Araplara satılacağı yönünde kamuoyunu meşgul eden sorular… Ne film ama… Öyle ya, tenekeyi parlatacaksın ki para etsin, değil mi ama?

Dipnot; Mevlana sanki futbolumuzu şimdi yönetmeye çalışanlar için söylemiş; “Kuyumcunun aleti, kunduracının elinde kuma ekilmiş tohuma döner.” Hz. Mevlana