(Kayseri 05. 09. 1951- İzmir 14. 03. 2019)

S E S

Uyandım ki ses içinde kalmışım

Yüzüm gözüm ağzım burnum ellerim

Aralanan deniz kapısının sesi bu

Silkelenen güneş tavuğunun sesi

Diş rengindeki halatın gıcırdayan sesi

Ağaç biçimindeki ses borusunun,

Yarınki buğdayın, devinen kemiğin,

Tarihsel bileğin, direncin sesi bu

Oynaşan arabanın, kucaklaşan atların

Baktım güneşte soğumuş karanfil gibi mavi

Bir yapı işçisinin kulağındaki kalem gibi güzel

Yağmurda ıslanmış namlu gibi yeğin

Serçe kanadı değmiş çamaşır ipi gibi esrik

Okul bahçesinde dolaşan güvercinler gibi

Kıyıda öpülen dudak, yağmurda öpülen dudak gibi

Gölgelere sokulan yüksüz dakikalar gibi

Kutsal oyuncaklar gibi.

(Melih Cevdet ANDAY)

Şu özgeçmişler ne denli hoş hikaye anlatsa bile, finali acıklı oluyor. “Ah” diyorsunuz, “doğumla açılan parentez kapanmasa!)

Şu an elimde, İGC’nin (İzmir Gazeteciler Cemiyeti) “60. Yıl Albümü” var. Sayfa 64’te 4.5×6 fotoğrafının yanında şu dört kısa cümle:

“FİKRET ALAN – 1951’de Bünyan’da (Kayseri) doğdu. Tiyatro ve turizm ile ilgilendi. 1980 yılından bu yana TRT İzmir’de spiker olarak çalışıyor. Evli ve dört çocuk babası.”

Albümün bundan sonraki basımlarında şu söylem ek olarak yer alacak:

“DEÜ Tıp Fakültesi Hastanesi’nde öldü; TRT ve İGC önündeki törenlerden sonra, cenaze namazı Alpaslan Beşikçioğlu Camisi’nde kılınarak Doğançay Mezarlığı’nda toprağa verildi.”

Açılan parantez mutlaka kapanacak. Önemli olan (...) arasını hoş hikaye ile doldurmak. Zira:

“Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi

Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi.”

(Yahva Kemal Beyatlı)

Ne diyor Baki, “Baki” sözcüğünü “tevriyeli” (iki anlamlı) olarak kullandığı muhteşem beytinde?

“Avazeyi bu aleme Davud gibi sal/ Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş.”

Şeyh Galip, tek mısrada dile getiriyor dileğini:

“Gele bir devr ki bu Galib’i yad eyleyeler.”

Dünya ömrünü tamamladıktan sonra hayırla yad edilmek için, bu konukluğu sırasında insanlık için yararlı işler yapmış olmak gerek. Halikarnas Balıkçısı’nın buyruğunca:

“Bir çiftçinin sabanın, bir denizcinin sandalın sapına, avuçlarına tükürerek, şevkle sarılması, Yaradılışa karşı en geçerli duadır.”

Fikret Alan, fizik ve akıl gücü yettiğince, mesleğinde öncü ve örnek olmaya çalıştı. Öğretmenin en güzel yönteminin öğrenmek olduğunu bilerek. O da, Montaigne gibi, “Öğrenmek hevesini Hindistan’ın hazinelerine değişmez”di. Yakından biliyorum; Gökkubbe altında söylenmedik bir söz, işitilmedik bir kelime öğrensin, alı al moru mor, yel yepelek yelken kürek ağzını açar veya mikrofonu kapar, bunu kamuya ilan etmeye girişirdi. Sözleyin ben, Türkçe’ye bir sözcük kazandırıp Fikret’e söylesem, aynı akşam TRT’deki bir programında onu kullanırdı.

Fikret’in TRT İzmir Bölge Müdürlüğü’nde spikerliğe atanması, benim bu kurumdan ayrılıp EÜ BYYO’ya (Basın Yayın Yüksekokulu, şimdiki İletişim Fakültesi) öğretim görevlisi ve Müdür Yardımcısı olarak atandığım 1980 yılına denk geliyor. Ama, bir anlamda -şansımıza yardım edip- birçok etkinlikte iş birliği yaptık:

Metnini yazdığım belgesellerin çoğuna o ses verdi.

Misket Dikmen ile ikisi, Salihli Şiir İkindilerindeki şiir seslendirmeleriyle adeta şiir okuma dersi verip, bu etkinliğe profesyonel boyut kazandılar.

Bu “Muhteşem İkili”, “Ben Şadan Gökovalı : Kitaplarımla Yaşadım” belgeselimi seslendirdi.

Sözün özeti: Misket- Fikret ve ben, ayağı yere sağlam basan bir üçlü oluşturduk.

Fikret Alan’ın öldüğü haberini ortak dostumuz Çınar Çığ’dan öğrenince parmaklarım tuşlara dokundu; ak kağıt üstüne şu kara satırlar döküldü:

15 .03. 2019

- Sevgili Fikret

“Yaşamak en büyük kahramanlığımız,

Öleceğimizi bile bile yaşamak!...”

Bu, senin yaşadığındır.

Gözünü açtın gördün, kulağını açtın duydun:

“İnsanın süsü yüz, yüzün süsü göz;

Aklın süsü dil, dilin süsü söz!”

70 yıldır öğrendin; 40 yıldır öğretmeye çalıştın. “Öğrenmenin en etkin yöntemi öğretmektir” diyerek.

Yaradılışın verdiği niteliklerini kendi çabanla geliştirerek “Öğretici” aşamasına yükseldin.

İlahi sesin dün itibarıyla sustu.

“Sesler nereye gider susunca?”

Parçacıklara ayrılıp savrulmuştur Gökyüzüne.

Belki günün birinde Uzay’dan devşirilir uçan seslar. Bakarsın senin sesinden şu sözler yeniden yankılanır Gökkube’de:

“Söyle sevda içinde türkümüzü

Aç bembeyaz bir yelken,

İnsan nasıl ölebilir,

Yaşamak bu kadar güzelken?

İnsan dallarla bulutlarla bir

Aynı maviliklerden geçmiştir.

İnsan nasıl ölebilir,

Yaşamak bu kadar güzelken?”

Öbür Dünyada da hayatın güzel olsun güzel kardeşim.

(Ağabeyin Şadan GÖKOVALI)