Karşıyaka Belediyesi “Ayın Konuğu” etkinliklerini, küresel salgın nedeniyle sosyal medya hesapları üstünden yayınladığı canlı söyleşiler olarak sürdürüyor. Her ayın belli günlerinde Dr. Cemil Tugay da “Başkanla Karşıyaka Günlüğü”yle katılıp, Belediye Başkanı kimliğiyle belediyenin çalışmalarını, hekim kimliğiyle salgınla mücadeleye yönelik önerilerini açıklayıp, hemşerilerinden gelen soruları yanıtlıyor.İzlenme oranları ve kurulan iletişim ortamı, ne kadar doğru bir iş yapıldığını kanıtlıyor ki, amaçlanan da zaten budur.

“Hayatın hiçbir alanını boş bırakmayacağız” şiarı ve sosyal belediyecilik anlayışı ile sürdürülen etkinliklerde, bugüne kadar birçok uzman ve yetkinliklerini sözü ve duruşuyla da pekiştiren ad yer aldı. Yönlendiricisi olduğum söyleşilerin sonuncusunu, ülkemizin müzik alanındaki değerlerinden İbrahim Yazıcı’yla gerçekleştirdik. Piyanist, şef, eğitmen ve yönetici olarak gıpta edilecek başarılı bir özgeçmişe, “Şövalyelik” gibi uluslararası ödüllere sahip dostumla buluşmamız 10 Aralık'taydı ve haliyle “Dünya İnsan Hakları” da söyleşimizin ana konularından birini oluşturdu. Bütün söyleşiler gibi, bu buluşmayı da belediyenin sayfasından ya da Youtube’dan izleyebilirsiniz.

Salgının sanata olumsuz –hem de nasıl olumsuz!- yansımalarından, Cumhuriyet’in aynı zamanda genelde kültür-sanat, özelde “müzik devrimi” olmasına ve dünden bugüne ahvaline dair ufuk turumuzdan sonra, söz “sanat ile insan hakları” arasındaki ilişkiye geldi. Kültür ve sanattan yararlanmak kadar, bir insan olarak kendini bu alanda da özgürce tanımlamak, üretmek ve paylaşmak da, kaçınılmaz bir insan hakları gereğiydi. Bu ilişkinin içselleştirilmesinden, insana yakışır biçimde yaşanır olmasına hayli sıkıntılı bir coğrafyada ve her gün daha da ağırlaşan sorunlar içinde yaşadığımızı görmek için, deha olmaya gerek yoktu. Cumhuriyeti kuran iradenin ve onun başöğretmeni Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptıklarını, kurumlarını ve öngörülerini doğru değerlendirmedikçe, insanlık bahçesine çiçekler sunmamıza elbette olanak yoktu. Ne tarihi, ne bugünü, ne de yarını okumak konusundaki sorunlarını çözemeyen bir anlayışın, örneğin “Muhafazakâr Sanat” gibi kendine bile açıklayamadığı kavramlara sığınması ve başarılı olması elbette mümkün değildi. Yalnızca sanatta değil, hayatın her alanında insan haklarını bahşedilecek ve ancak egemenlerin çizdiği çerçevede yaşanacak bir değer olduğunu iddia edip dayatmak, olsa olsa faşizan bir tavır olarak değerlendirilebilirdi. Bunu görememek, anlayamamak ve itiraz hakkını kullanamamak da, yürek ağrısı bir birey/yurttaş, halk/toplum olamamanın itirafı sayılmalıydı. Bu belirlemeler yapılırken, Gazi’den sonra gelenlerin bu büyük emaneti değerlendirme ve ilerletme konusunda gösterdikleri zaaf ve yanlışlar da unutulamazdı. Köy Enstitülerinden Halkevlerine, eğitim-öğretim müfredatından kurumların çağa ayak uydurmamalarına, hayatın her alanındaki yanlışlar ve sapmalar, tüm çıplaklığıyla karşımızdaydı. Yaşadıklarımız, biraz da bu aymazlıkların, vaz geçişlerin eseriydi.

Değerli dostuma, başarılarıyla bezediği eylem alanından yola çıkarak “çoksesli müzik” ile “demokrasi” arasındaki ilişkiyi de sordum. Yanıtını, herkes için ibret ve öğreticilik adına, burada da paylaşmak istiyorum:

“Bir orkestra, güç ve tını olarak çok farklı sese sahip çalgılardan oluşur. Besteci, bunları bilerek anlamlı, etkileyici ve icraya değer bir bütünsellik (beste) oluşturur. Orkestra Şefi, yönetim tarzı ne olursa, bu bütünselliğin sağlıklı biçimde icra edilmesini sağlar. Örneğin fagotun sesi yüksektir, baskındır. Ama sıra klarnete geldiğinde, fagotun sesini düşürür. Düşürür ki, klarnetin de sesi işitilsin, bestedeki çeşitlilik açığa çıksın, o besteyi birlikte var ettikleri, bir olmadan ötekinin hiçbir anlam taşımayacağı anlaşılsın. Çok seslilik, işte bu yüzden demokrasinin müzikteki karşılığıdır.” 

Tamamını, söyleşimizden dinleyebilirsiniz.Hayatı ve sanatı yalnızca borazan ceberutluğundan, fanfar şiddetinden, tek notalı naralardan-dayatmalardan ibaret sanıp, insanı ve coğrafyayı tek kalıba sokmaya çalışanlar da dinler mi? Bu da onların sorunudur, bizim değil. Biz hayat denen çoksesli şarkının,bir gün mutlaka onun sahnesi olacak ülkemizin ve yeryüzünün derdindeyiz.