Bir aydan az bir süre kaldı. “Başkanlık” diye yola çıkılıp, “Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi”ne gelene kadar, pek çok ad verilen bir dönüştürme projesini, “Anayasa Referandumu” yöntemiyle oylayacağız. Bu ad arayışlarının en önemli nedeni, yapılacak referandumun özünden-amacından-meramından çok, “marketing” kaygısıdır. Bunu söylemek için, büyük bir öngörü yeteneği gerekmiyor. Başta bu işin öncüsü olan partinin broşürü olmak üzere, EVET odaklı basılı-yazılı-görsel malzeme, bu telaş ve kıyametin sonucu olarak, bugüne kadar üretilen- hakkını verelim, kimi son derece başarılıydı- propaganda araçlarının en zayıfı olarak görünüyor. Her kademeden EVET savunucularının konuşmaları da, aynı nedenle, bu yetersizlikten yeterince nasipleniyor. Danışmanlardan metin yazarlarına, reklamcılardan her türden tedarikçiye, hepsini sıkıntılı günler bekliyor.

Referandumun gerekçelerini, önerilen maddelerin içeriğini, Türkiye’ye nasıl bir yol ve gelecek çizilmek istendiğini “her şeyiyle” anlatmayı bir tarafa bırakarak, sinir ve gerilimden beslenen “suçla ve saldır” taktiğini yeğlemek, marketing stratejisi olarak ne kazandırır bilemeyiz. Ama toplumsal yapı bütünlüğü ve demokrasi açısından, vahim sakıncalar taşıdığı çok açık. Çünkü ortaya çıkarılan fotoğraf, her şeyi yeterince gösteriyor.

Demokratik hak ve özgürlük tercihlerini HAYIR diyerek kullanacak yurttaşlara ağız dolusu hakaret edilip, yurt içi ve yurt dışı krizlerden oy devşirilmeye çalışıldığı ve bütün bunların yeryüzünün asla görmediği antidemokratik bir yöntemle, seksen kanal beş yüz gazetede yayınlandığı “demokratik” bir ortamda, yurttaşlar tercihte bulunmaya çağrılıyor.

Bu yöntemin, ne vahim sakıncalar taşıdığını söyleyecek birilerine çok ihtiyaç var. Geçmişte “açılım” için şehir kasaba dolaşan “Akiller”, şimdi de “demokrasi” için neden devreye girmiyor? Oysa bu iş, bizi o günlerde demokrasiye çağırmak için, gecesini gündüzüne katanlar açısından çocuk oyuncağı olmalı. Yapılacaklar bellidir. Yardımcı olmaya çalışalım.

HAYIR diyecek yurttaşlara “FETÖ'cü” demek için, önce aşağılık gerici toplaşmalardan yalnızca biri olan FETÖ'nün, tüm siyasal uzantılarını ve gericiliği yedi gün yirmi dört saat bu topluma dayatanları, deşme cesareti ve iradesi gösterilmelidir. HAYIR diyecek yurttaşlara “bölücü” demek için, ırk-din-mezhep-köken üstünden siyaset ve eylem üreten tüm bölücüler ile onlarla dirsek teması kuranları deşme cesareti ve iradesi gösterilmelidir. HAYIR diyecek yurttaşlara “terörist” demek için, terörün yerli ve yabancı işbirlikçilerinden bu aşağılık yöntemden nemalananlara, tüm tedarikçilerini ve dünden bugüne mücadelede zaaf gösterenleri, cesaretle deşme cesareti ve iradesi gösterilmelidir. Terörün kopardığı tüm canları, eksiksiz biçimde bu toplumun acısı olarak görmek gerekir. “Senin benim” ayrımı yapanlar teşhir edilmeli ve “nefret suçu” kapsamına alınmalıdır. HAYIR diyecek yurttaşlara rezil, alçak, aşağılık demeye gelince… Burada söz, ne yazık ki bitmektedir.

Kısaca, dayatılan Anayasa değişikliğini, demokratik eleştirilere ve sorulara saldırarak değil, meramı net, lafazanlığa boğmadan, uygar ve demokratik bir yaklaşım ve olgunlukla anlatmak gerekir. Çünkü EVET ile HAYIR eşit ve demokratik bir ortamda dillendirilmediği ve denk propaganda koşulları bir taraf için yok sayıldığı sürece, inandırıcılık ve samimiyet tesis edilemeyecektir. Toplumsal bütünlüğün ve demokrasinin sokaktaki karşılığı budur.

Yurt dışı güçlerden, emperyalist tezgâhlardan ve coğrafya mühendislerinden mi yakınılıyor? Onlara en güzel yanıt, Cumhuriyet değerlerini onurlu bir miras gibi kabul etmek ve çıkarımlarda bulunmaktır. Bunun için de, HAYIR diyecek yurttaşların değil, bu değerlere her gün saldıran densizlerin ağzının payını vermek gerekir. İşte o zaman EVET’i, onaylanmasa da anlama süreci başlayacaktır. Ama bu paradigmayla, bu mümkün müdür?

Haftaya HAYIR’ın paradigmasına bakalım.