Çocukluğumuzun acemi ıslıkları, sonrasında genç ve devinimli günlerimizdeki daha usta ıslıklar… Aklımıza estikçe de üflediğimiz ıslıklar var yine de. Sessizliğin, yalnızlığın yanı başında…

Nedir ıslık?

Parmak, dil, diş, dudak ve yanaklar aracılığıyla, ezgisel özelliğiyle oluşturduğumuz ses öbeği. Sözcük değeriyle de bir iletişim aracı...

Doğu Karadeniz’in kırsalında günlük yaşamın gereksinimlerinin karşılanmasında işlevsel özelliği vardır ıslık dilinin. Kültürel kimliklerin yansıması, iletişim, toplumsal dayanışmanın da adıdır oralarda.

Şairlerin de ıslığını duyar gibiyim şu anda. Nice şiirlerinde ıslık sesi vardır. Çevirmen, yazar Necdet Neydim çocukluğu çocuk gözüyle anlatan şiirlerinin yer aldığı “Sen Islık Çalmayı Bilir misin?” kitabının girişinde der ki çocuklara: "En iyisi siz okuyun, ben size ıslık çalayım. Ama eğer ıslık çalmayı biliyorsanız, bırakın şiiri, ıslık çalmaya devam edin. Çünkü ıslık, şiirdir."

Şiir dostum, ağabeyim şair Mehmet Sadık Kırımlı’nın Islık şiirindeki şu dizeleri de unutmadım: “hayat unutulmuş sevinçlerle yüklü bi'ıslık / değil mi sanki, üfleyip / geçiverdim işte içinden...”

Melih Cevdet Anday da “Islık Çalmak Şiiri”nde şunları söyler: “Balıklar için deniz lazım / Sevişmek için işsiz olmak / Ve geceleri yatakta / Duymamak için tabanların sızısını / Zengin olmak lazım.
Halbuki ıslık çalmak için / Bir şey lazım değil.”

Örnekleri çoğaltmak olası. Nerden çıktı bu ıslık işi değil mi? Her Ağustos yinelenen bir anılar çığlığıdır, anılar ıslığıdır benim için.

Sıcağın dağdağalı ayıdır Ağustos; terin, tuzun, bungunluğun yoğun yaşandığı aydır. Benim çocukluğumda Antep’te, Ceyhan’da isilikle de çok sık buluştuğum zamanlardır Ağustos.

Dünkü gün 4 Ağustos, benim de doğum günümdü; Antep’in Oğuzeli’nde 1946’da başlayan bir 74 yıl serüveninin başladığı…

Ne yapsak, ne etsek, geçen uzun yılları anmamak olası değil. Yetmiş dördüncü kez Ağustos’a merhaba diyormuşum meğer!

Çocukluğumuzda 74 yaşındaki biri bizim için yaşlıydı, kocamıştı, ihtiyardı. Zaten çoğu da o yaşları bulamadan öbür yakaya göçmüş olurdu.

Şimdi bu yaşlara gelince, yaşlılık, ihtiyarlık, kocamışlık sözlerini kendimize yakıştıramıyoruz!

2007’de İlya Yayınları’ndan çıkan İNCE ODA kitabımda yer alan “Eski Bir Ağustos Islığı” şiirimi anımsadım. 60. yaşıma girerken yazdığım o şiirimin bir bölümünü yeniden paylaşırsam, beni ayıplamazsınız değil mi?

güneşi yorgun zamanın / şarkısı hüzün kadar eski / teri sırılsıklam bir uzaklığı / taşır tenime gri kırlangıç /saklı ağustos salıncağıyla

kır sularında sınanmış ince ıslığım / özlemin kışkırtılmış coşkusuyla / öper gün görmüş dudaklarımı; / iki kumru sevişir duygu saçaklarımda. / annesinin eteğini çekiştiren / yaramaz çocuklar gibi iki elim, / kırçıl sakalıma da dokunur; / onur…yakasına karanfil takmış / bir yürüyüşçü…/ geçer sokakları,alanları, karanlıkları. / Ne kadar ertelersem umudu/ yüreğim atak ve kahraman / üretir yeniden aşkları ve aydınlıkları.

eskiten bendim.. / ..eskiden fırtınaları / hırçın dalgaları yıpratan

ve yatağını değiştiren uzun nehirlerin / sürgün verirken tenimde

yaşamın çınarları / bakışa direnemem anlam yoğunlaştırır / geceye biriken düşlerimi, / yüreğimin kapısı açık / hayata zamana ve insana..

(…)

ah!.. o çığlığımın dönencesindeki / uyumlu kelebek / yumuşatır altmış numaralı / sokağa taşınan öfkemi / çayırlara dost olurum

kırlara utangaç çalgıcı /

her ağustos / yeni bir doğuşu biriktirir gözlerime

Yazacak, anlatacak, söyleyecek ne çok şey var bu 74 yıl için. Bu köşe yetmez. İyiliğe, güzelliğe, esenliğe, umuda, barışa, sevgiye…