Zaman zaman, kamusal kuruluşlar ve ilgili tıp araştırma merkezleri, bazı konulardaki araştırmalara dikkat çekerek, yurttaşlar arasında bu konudaki farkındalığa katkı sağlamaya çalışırlar.

Uzun yıllardır tütüne karşı yürütülen mücadelenin bir benzerinin de, rutin günlük yaşamda, kek, pasta, bisküvi, çikolota ve kızarmış patates şeklinde yüksek miktarda kullandığımız transyağlara değin yapılmaya çalışılıyor.

Trans yağ, esasta sıvı yağlara ilave edilen hidrojen ile sıvı yağların oda sıcaklığında katı hale gelmesini sağlayan ve böylece uzun raf ömrünün yanı sıra daha ucuz elde edilmesi, pişirme sırasında gıdada yanma ve koyulaşma yaratmaması ile de bazı avantajlar sağlaması nedeni ile üreticilerin ve tüketicilerin gözdesi olma konumunu hep korudu. Bugün, sizler için tüm barlar, lokantalar ve fast food zincirlerinde hazırlanarak satışa sunulan ve masanıza getirilen kızartılmış patates dahil çoğu ürünün hazırlanmasında kullanılan ve atılmaksızın defalarca işleme maruz bırakılan bu yağların hem yapısal özellikleri hem de tekrar tekrar işleme sokulması, durumun vehametini arttırmakta.

Örneğin sıradan bir patates kızartmasını orta boy yediğinizde ya da bir küçük dilim çikolata ve kek aldığınızda yaklaşık 3 ila 8 gram arasında trans yağ da vücudunuza girmiş oluyor. Modern toplumlarda, her yıl fast food türü beslenme alışkanlığının giderek arttığı da yapılan çalışmalarının bir sonucu. Pastacılık sektöründe yıllık ikiyüz bin tona yakın ya da mağazalarda ev tipi paketlenerek satışa çıkarılan yüz elli bin ton ve genel olarak her on yılda katlanarak artan ve günümüzde yıllık altı yüz bin tonu aşan endüsrtiel yağ üretim miktarları durumun ciddiyetini ortaya koymakta.

Esasında doymuş yağların yüzde sekseni endüstriel olarak kullanıma hazırlanıyor. Diğer bölümü süt ve süt ürünleri ile ette bulunuyor. Hatırlanacağı gibi, 2000’li yılların başlarında da tamamen katı yağdan yoksun diyetlerden dem vuruluyordu. Oysa,günümüzde yağsız beslenme nedeni ile karbonhidratlara yönelindiğinde diyabet ve obezite için risk artışı olduğunu biliyoruz, onun için de dengeli yağlı beslenmenin önemi belirtilerek tüketilen yağın kalitesine vurgu yapılıyor. Artık ana motto, katı ve hayvansal yağ kullanımının azaltılması ve yerine de bitkisel sıvı yağların tercih edilmesi.

Çünkü trans yağ kullanımı kalp ve damar hastalığı riskini en az yüzde yirmibeş arttırıyor. Ayrıca, metabolik sendroma, insülin direncine, bazı kanser türlerine, infertilite ve bazı cinsel işlev bozukluklarına yolaçtığı biliniyor. Alzheimer dahil nörolojik bazı hastalıklarda da etken. Halen dünyada, yıllık beşyüzbin kişinin trans yağ kullanımının yarattığı hastalıklar yüzünden öldüğü hesaplanıyor.

Bu yüzden Dünya Sağlık Örgütü (WHO) 5 yıla kadar endüstriyel yağ üretiminin ve kullanılmasının

ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmalar yapıyor. Halihazırda 50’ye yakın ülke trans yağ kullanımı

kısıtlamış ya da Danimarka gibi ülke örneklerinde görüldüğü gibi tamamen yasaklamış durumda.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı yayınladığı bir tebliğ ile ürünlerin trans yağ oranının yüzde bire indirilmesini teşvik ediyor.

Şimdilik bizlere düşen ise, aldığmız her gıda paketinin üzerini dikkatlice okumak ve hidrojenize yağ

oranlarının her porsiyon için yüzde birin altında olduğunu görmek ya da trans yağ yoktur ibaresini

aramak.