İşgal güçleri, 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkmış, aynı gün Hasan Tahsin’den 'ilk kurşunu' yemişti. Emperyalizmin savaşçıları, 9 Eylül 1922’de ise kendisine dikilmeye çalışılan 'sömürge elbisesini' yırtıp parçalayanlardan 'şamar' yiyordu. İşgalciler, geldikleri gibi gitmişlerdi, bir farkla, geldiklerindeki mağrurluklarından eser yoktu!

9 Eylül sabahı, Kuvayi Milliye atlıları, Halkapınar yoluyla Alsancak üzerinden İzmir’e giriyordu. Bugün, gençlerin 'özgürce' gezip dolaşabildiği, sevgililerin denizi aşklarına ortak ettiği, İzmirlilerin güneşin batışını izleyebildiği Kordonboyu’nda, artık işgalcilerin süngüleri ışıldamıyor; sömürgeci emelleri, ayaklarının altında ezen bir ulusa ait atlılarının nal sesleri yankılanıyordu.

***

“9 Eylül” için yıllar önce bir yazı kaleme almam istendiğinde, yakın tarihin en onurlu mücadelesini, o onura yakışan biçimde anlattığı Kuvâyi Milliye Destanı'nı “Biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap...” diye bitiren “mavi gözlü deve” sığınmıştım. 9 Eylül’de, İzmir’de son bulan “direnişin zaferini” aktarmak elbette kolay değil. Ancak asıl zor olan onların, Mustafa Kemal Atatürk’le bütünleşerek, emperyalizmi denize döken ulusun yaptığı...

8 Temmuz 1920’de Bursa’nın işgal edilmesinin ardından kara bir örtü serilmiş meclisin kürsüsüne. Nasıl serilmesin? Bursa Milletvekili Muhiddin Baha’nın (Pars), Namık Kemal’in beytinden alıntı yaptığı konuşmasındaki gibi “vatanın bağrına düşman dayamış hançerini”... “Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?” diye soruyor. Mustafa Kemal’in yanıtı gecikmiyor:
“Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini, bulunur kurtaracak bahtı kara maderini”

Sonrasında, ulusun temsilcileri şu kararı alıyor:
“Vatan üzerine saldıran zalim düşmanı yok edinceye kadar, ülkenin kaderini temsil eden meclisin başkanlık kürsüsüne kara örtü konulmasına...”

Kara örtü, kürsüde uzun süre kalmayacak, ulusun azmi, o karanlığı yırtıp atacaktı. 13 Kasım 1918’te İstanbul’a giren işgal kuvvetlerini gören Mustafa Kemal’in dediği gibi, geldikleri gibi gideceklerdi!

Öyle de oluyordu. Ulusun matemini simgeleyen kara örtü, 6 Eylül 1922’de, Dumlupınar Meydan Savaşı’nın kazanılmasından altı gün sonra, Yunan işgal kuvvetlerinin İzmir’den denize dökülmesinden üç gün önce kaldırılıyordu.

ANADOLU UYANIYOR

9 Eylül’e uzanan zorlu zafer yolu, 26 Ağustos’ta Büyük Taarruz emrinin verilmesiyle aydınlanıyor. Nazım Hikmet, taarruz öncesindeki durumu şu dizelerle aktarıyor:

“98956 tüfek, / 325 top, / 5 tayyare, / 2800 küsur mitralyöz, / 2500 küsur kılıç / ve 186326 tane pırıl pırıl insan yüreği / ve bunun iki misli kulak, kol, ayak ve göz / kımıldanıyordu gecenin içinde.”

Ardından, 26 Ağustos sabahı taarruz başlıyor:
“Dağlar aydınlanıyor. / Bir yerlerde bir şeyler yanıyor. / Gün ağardı ağaracak. / Kokusu tütmeğe başladı: / Anadolu toprağı uyanıyor.”

27 Ağustos’ta Yunan cephesinde ilk gedik açılıyor. Aynı gün Afyon’a giriliyor. 28’inde Eskişehir/Balmahmut yöresindeki Yunan kuvvetlerine karşı harekete geçiliyor ve İzmir’e doğru çekilmeleri önleniyor. Ertesi gün de Dumlupınar yolu tutuluyor. İsmet İnönü, Mustafa Kemal’in, Yunanlıların aksine ön saflarda yönettiği savaşa “Başkomutanlık Savaşı” adını veriyor.
İyice uyanır ve şahlanıyor Anadolu insanı. Başkomutan’ın sesini duyuluyor:

“Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!”
İşgalciler, İzmir’in yolunu tutuyor.
Kaçıyorlar.

Kaçarken de, işgal altında yüreği yanmış ulusun kentlerini yakıyorlar. “Kurtuluş” için savaşanlar, 1 Eylül’de Uşak ve Kütahya’ya, ertesi gün de Eskişehir’e giriyor. 4 Eylül’de Alaşehir, Buldan, Kula, Söğüt, 5’inde Bilecik Bozöyük, Simav, Demirci, Ödemiş, Salihli, 6’sında Akhisar, Balıkesir, 7 Eylül’de Aydın, 8’inde Kemalpaşa ve Manisa geri alınıyor.

Yarın Eylül’ün dokuzu. Sırada İzmir var...

EMPERYALİZME ŞAMAR

9 Eylül 1922 sabahı, Fahrettin (Altay) Paşa 'nın komutasındaki Süvari Kolordusu'na bağlı öncü müfreze, alay komutan muavini Yüzbaşı Şerafettin Bey 'in komutasında Nif'ten Bornova'ya iniyor, Mersinli-Halkapınar yoluyla Alsancak'tan İzmir'e giriyordu. Bugün, gençlerin “özgürce” gezip dolaşabildiği, sevgililerin denizi aşklarına ortak ettiği, İzmirlilerin güneşin batışını izleyebildiği Kordonboyu’nda, artık işgalcilerin süngüleri ışıldamıyor; sömürgeci emelleri ayaklarının altında ezen bir ulusa ait atlılarının nal sesleri yankılanıyordu.

İşgal güçleri, 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkmış, aynı gün Hasan Tahsin’den (Osman Nevres) “ilk kurşunu” yemişti. Emperyalizmin savaşçıları, 9 Eylül 1922’de ise kendisine dikilmeye çalışılan “sömürge elbisesini” yırtıp parçalayanlardan “şamar” yiyordu.
Teğmen Ali Rıza ve yanında bir erle hükümet konağının merdivenlerini “uçarcasına” adımlayan Binbaşı Şerafettin Bey, ikinci kattaki balkonda duran Yunan Bayrağı'nı indiriyor, yerine Türk Bayrağı'nı çekiyordu. O sırada, canlarını kurtarmaya çalışan Yunan askerleri, Prof. Dr. Ergun Aybars’ın Türkiye Cumhuriyeti Tarihi’nde anlattığı gibi, limanda bulunan itilaf devletleri, özellikle İngiliz gemilerine ulaşmaya çalışıyor, pek çoğu bunu başaramıyordu. Hatta gemidekilerin ateşine maruz kalıyorlardı.

İSTİLACILARA TABUT

Geldikleri gibi gitmişlerdi. Ancak geldiklerindeki mağrurluklarından eser yoktu. Emperyalizmin, bugünkü gibi “ince” yöntemleri henüz icat etmediği dönemde, Anadolu topraklarına yönelttiği vahşi saldırı, Türk ulusunun kararlılığıyla püskürtülmüştü. Dönemin Pakistan Lideri Muhammed Ali Cinnah’ın, 11 Eylül 1922’de Londra’da söylediği sözler, 9 Eylül’ün her geçen gün daha da artan önemini özetliyordu:

“Esir ve mazlum milletleri bundan sonra tutamayacaksınız. Mustafa Kemal ve Türkler ki, kendileri için hazırlanan tabutu, istilacıların başlarına geçirmişlerdir. Şimdi dünyada başlarına tabutlar geçirilecek başkaları da benzer sonuçlara hazırlanmalıdır. Vay sömürgecilere...”

Mustafa Kemal Atatürk'ün ulusla birlikte yarattığı “9 Eylül ruhu”, İzmir'in üzerinden hiç eksilmedi. İçeriden ya da dışarıdan ne zaman ülkenin üzerine kara bulut yollansa, “kurtuluş ve kuruluşun başkenti”nden mutlaka bir ışık doğdu. O ışık, kimilerinin gözünü kör etse de, hep parlamaya devam edecek!..