Okuma, gözlem ve algı kanalları kapanmayan herkes biliyor ve görüyor ki, bu ülke artık başka bir düzenekle çalışıyor. Daha belirleyici ve kalıcı hale gelmesi için, yazılı ya da yazısız düzenlemeler ve iktidarın “test sürüşleri” ile hızla yol alınıyor. Yasama yürütme yargı (haydi bir de basın diyelim) olarak adlandırılan “güçler ayrımı”nın ortadan kalkması bir yana, hayatın her alanında dayatılan-sınanan-değiştirilen-üç gün sonra bir daha değiştirilen-beş gün sonra bir daha değiştirilen söylem, mevzuat ve pratikler, boşuna değildir. Bunlara beceriksizlik deyip, gülüp geçilemez. Asıl amaçları ve asıl sorunumuz, bu ülkenin ekosisteminin değişmesidir. Sorunu ve itirazı patates-soğanla geçiştirenlere ya da evin temelleri çökerken balkon manzarasını tartışanlara gelince, bu tavır(sızlık)ları için, ya mükemmel bir aymazlık ya da eşi bulunmaz bir proje ortaklığı demekten başka çare kalmamıştır. Okunmadığımızı ya da okunsak da görmezden gelineceğimizi, önümüzden arkamızdan saydırılacağını bile bile, her hafta bunlara değinmeye çalışıyoruz. Neyleyelim ki, yurttaşlığımız, yurtseverliğimiz ve olmaya çalıştığımız sanat emekçiliğimiz, bize bunları yazmayı görev ve sorumluluk olarak dayatıyor. Biz sanatı hayattan kopuk bir oyalanma değil, bizzat hayatın belirlediği ve hayatı belirlemek için çaba gösterilmesi gereken, zorunlu bir eylem alanı olarak görüyoruz.

Özetlediğimiz bu ahvalde sanat-sanatçı ne yaptı ve ne yapacak? Bunu anlamak için (bir zahmet) olması gerekene dair öngörülerde bulunurken, hayatta karşılığı olmayan hamasetten uzaklaşıp, hayata ve sanata doğru ve dürüst biçimde bakılması gerekmektedir.

Sanatın özgürlüğünden, özerkliğinden, bağımsızlığından ve bunlarla kendini var eden onurundan habersizlere ya da “zamanının ruhu”na yapışır (pardon yakışır) biçimde pozisyon değiştirenlere sözümüz yok. Moda deyimle büyük fotoğrafı görmeden, kendini “ben neredeyim?” diye sorgulamadan, hobi bahçesi misali mahfillerde lir çalıp “san’at icra eylediğini”, kendi sosyetelerindeki saadetin memlekette de sürdüğünü sananlardan dem vurmanın âlemi var mıdır? Onları tarihin “var sistemine” bırakıyor, mutluluk ve bahtiyarlıklarının devamını elbette dilemiyoruz.

Bu korkunç durumu Brecht’in “Sizler şu an batmakta olan geminin duvarlarına çiçek resimleri yapıyorsunuz ve bunun adına sanat diyorsunuz” deyişiyle özetleyip, yazıyı sonlandırmak mümkünse de, köşe hakkımızı kullanalım. Kendi alanımıza değinmeden de olmaz. Özdemir Nutku hocamızın aktarımıyla, Brecht Ustadan bir alıntı daha yapalım: “Sizler, her zaman tiyatronuz olduğunu sandınız, ama ben size söyleyeyim: tiyatronuz skandaldan başka bir şey değil; burada görünen yalnızca tam bir iflas, burada gösterilenler sizlerin aptallığı, sizlerin yanlış düşünce sisteminiz ve sizlerin perişanlığı…” Buradaki “tiyatro” yerine her türlü dalı ve hayatla ilişkisini koyarak soralım: yalan mı?

Arabeskçileri sosyetik mahfillerde vitrine çıkaranlarla başladı bu iş. Yaptıklarını, toplumsal çaresizliğe ve “Ne yapsın garibanlar?” meali indirgemelerle ve bilimsel (!) tezlerle sürdü. Sanatsal üretimin bireysel sıkıntılarını ve açmazlarını, toplumsal facialardan soyutlayarak dayatanlar ve onları pohpohlamanın sanata hizmet olduğunu sananlar sayesinde çığırından çıkmaya başladı her şey. Sonra “haldır huldur-güldür süründür” düzeysizliğini, sanatsal çabalar olarak pazarlamaya getirildi iş. Sanatı hayattan, sokaktan, genelden soyutlayıp, sefertası mekânlara sıkıştıranlar ve onları alkışlayan girdi devreye. Kimse sormadı ama elli kişilik mekânlarda ne oynandığını, oynayanların nasıl geçindiğini. Süper sponsorlar bunları niye destekler, bunlar niye uluslararası arenalara pazarlanır, çıtkırıldım sosyetik sütunlar bunları neden “sanatın nefes alanları” olarak pazarlar, kimse sormadı. Sanat dergilerinde musakka tarifinden sonra şiir tahliline nasıl yer verildi, kimse merak etmedi. Köşe bitiyor, söyleyeceklerimiz bitmedi, virgül atalım.

Bütün bu kepazelikler sürerken, mesela utanmazca Nazım’dan söz edebildi işgal kuvvetleri. Kullana kullana eskitti. Ama birinin aklına gelmedi, “Vatan Haini”ni yazan, neden “Akrep Gibisin Kardeşim”i de yazdı? Gelmedi mi, gelmemiş olabilir mi? Konuşacağız.