Son dönemde üç farklı kurumda seçim heyecanı yaşayan ve hepsinden başarıyla çıkan Derya Pala, başarılı iş hayatı ve sektörel kurumlarda üstlendiği görevler nedeniyle tam bir işkolik gibi görünüyor. Ama kendisiyle sohbet etmeye başladığınızda aslında durumun öyle olmadığını fark ediyorsunuz. Pala, bu kadar yoğun iş temposuna rağmen özel yaşamından ödün vermiyor. Ahşap oymacılığı, resim ve sinema gibi farklı hobileri olan Pala'nın, bu iş yoğunluğunda hobilerine vakit ayırabilmesinin sırrı işi işte bırakması.

Sinan KESKİN / RÖPORTAJ - Ege Su Ürünleri ve Hayvansal Mamuller İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı, İzmir Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Üyesi, Yumurta Üreticileri Merkez Birliği Yönetim Kurulu Üyesi ve birliğin İzmir Şube Başkanı, Derya Tavukçuluk Yönetim Kurulu Üyesi Derya Pala ile iş yaşamını, özel ilgi alanlarını ve sektörün sorunlarını konuştuk.

Kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
ODTÜ Fizik mezunuyum. Mezun olduktan sonra Ziraat Bankası'nın bankacılık okuluna girdim. 1 yıllık eğitimin ardından 2 yıl da araştırma geliştirme bölümünde çalıştım. Sonra ayrıldım. Baştan beri amacım bankada kalmak değildi. Sonra Ankara'da ablamla birlikte pasta atölyesi açtık. 2 yıl sürdü. İzmir'e de o işi devam ettirmek için geldik aslında. Biraz daha büyütüp restoran cafe gibi bir yer açmayı düşünüyorduk. Ama İzmir'in potansiyeli yeterli gelmedi. 5-6 ay fizibilite yaptık. İzmirli iyi şeye para ödemiyor. Parayı dışarıdaki kaliteli şeye veriyor. İzmir'de olan ucuz olacak onun için. Çok iyi restoranlar çabuk kapanıyor. İzmir'de yaptığınız işin tutması için illaki bir zümreye ait olmanız lazım. Benim, bu kadar kurumda aktif olmama rağmen aidiyet hissim yoktur. Hiçbir dernekte veya kulüpte üyeliğim yoktur. Dolayısıyla İzmir'de bir zümreye ait olmadan bu işi yapmamız zordu.

Eğitimini aldığınız fizik ile ilgili bir iş yapmayı hiç düşünmediniz mi?
Fizik bölümünü ODTÜ aşkından okudum. Fizik okumak istediğimden değil, ODTÜ'de olmak istediğimden. İlk tercihim mimarlıktı. 4 tercihim vardı mimarlık, inşaat mühendisliği, şehir bölge planlama ve fizik. Fizikte de ablam ile kuzenim okuyorlardı. Benden bir yıl önce girmişlerdi. Yatay geçiş yaparım diye düşünmüştüm. Ama üniversite ortamına girince kendimi çok zorlamadan okumaya karar verip fizikte kaldım. Mezun olduktan sonra bölümümle ilgili hiçbirşey yapmadım. Zaten okurken de hiç düşünmedim. Sadece mezun olacak kadar çalıştım. ODTÜ başka bir yer oranın vizyonu çok farklı. Hiç pişman değilim, başka bir ünversitede mimarlık okusaydım diye hiç düşünmedim.

Derya Tavukçuluk'ta ne zaman çalışmaya başladınız?
2000-2001 yıllarında yumurta sektörü krize girmişti. Bu fizibilite çalışmalarını yaparken abimle babama yardım edeyim diye çiftliğe gelmeye başlamıştım. Restoran halayimi rafa kaldırınca şirkette devam etmeye karar verdim.

Şirketin kuruluşundan biraz söz eder misiniz?
Babam üç ortak kurmuştu. Diğer ortaklar 1 yıl sonra hisselerini alarak ayrıldılar ve Derya Tavukçuluk bir aile şirketine dönüştü. 1985'de üç kardeş, annem ve babamın oluşturuduğu bir A.Ş. oldu. Aslında o yıllar için çok küçük sayılmayacak bir kapasite ile başlamıştı. 90 bin tavuk kapasitemiz vardı. Sonra yavaş yavaş büyüdük. Hızlı büyümeyi hiç düşünmedik. Hatta son 5 yıldır büyümeyi durdurduk. Hep istikrarlı, itibarı ve kaliteyi koruyan bir şirket olduk. Babamın da ticari ahlakı öyleydi. 1988'den itibaren abim Bülent şirkete dahil oldu. Yavaş yavaş kapasite arttırdık. Civciv kümesleri eklendi. Yem fabrikası eklendi. Kendi yemimizi üretir duruma geldik. 2000'e kadar 110 bin kapasiteye ulaştık. 2000 yılında ablamla ben geldikten sonra babam yavaş yavaş çekildi şirketten. Halen yönetim kurulu başkanıdır ama fiilen işletmede değildir pek. O yıldan sonra modernizasyona gittik. Kümesleri modernize ederek kapasiteyi artırdık. Kapasitemiz 5 yıl içinde 200 bine tavuğa çıktı.

Erkek egemen bir sektörde çalışmak zor oluyor mu?
Tam tersine çok daha rahat çalışıyorum. Erkekler arası rekabet benim için söz konusu değil. Bu anlamda rahat. Sektörde de etkisi tam tersi, iki dönem üstüste başkanlık yapıp da yine benim yapmamı istemelerinde vizyonumun etkisi olmuştur. Ama erkek egemen dünyada erkeklerin birbiriyle rekabeti sebebiyle aksayacak ya da yanlış anlaşılacak şeyleri bir kadın başkanın söylemesi daha farklı yorumlanıyor. Hiç kimse benim verdiğim kararı eleştirmiyor. Benim başlattığım birşeyi kendine rakip olarak görmüyor. Gerçekten kadın bakış açısı farklı.

3 farklı kurumda da yönetimde bulunuyorsunuz, bu zor olmuyor mu?
3'ünün bir araya gelmesi ilk defa oldu. Bunlar içinde benim için en fazla ağırlığı olan ve mesai harcadığım sektör örgütümüz YUMBİR. 8 yıl başkanlıktan sonra bir dönem ara vermek istedim. Hatta ikinci dönemi bile çok büyük baskıyla kabul etmiştim. Ama 3. dönem kabul etmemiştim. Ama bu dönem de çok ciddi bir baskı oldu. Basın ve halkla ilişkiler ayağında olmak şartıyla yönetime girmeye razı oldum. Çünkü sektör son 4 yılı iyi geçirmedi. Hem genel ekonomi hem de sektörel sıkıntılar nedeniyle iyiye gitmedi. Sektörün biraz motivasyona ihtiyacı olduğu bir dönemdeyiz. Son dönemde tüketicinin tercihleri de değişti, doğal, organik, gezen gibi. Burada çok yanlış anlamalar var. Tüketici yanlış yönlendiriliyor. Bu konularla ilgilenmek üzere kabul ettim. Dolayısıyla en uzun mesaim YUMBİR'de olacak gibi görünüyor. Üç kurumun ağırlıkları farklı. İhracat olmazsa olmaz. Sektörün iç piyasada tıkandığı noktada ihracat mutlaka yine sektörü kurtarıyor. Bugün üretimin yüzde 35'ini ihraç ediyoruz. İhracat durmasını düşünmek bile istemiyoruz. İhracat ayağında mevcutun korunması ve yeni bölgeler, pazarlar bulunması konusunda bir yoğunluğumuz olacak. İlk defa yumurtacı bir başkanın olması da sorumluluğumuzu artırıyor. İTB'de ise TOBB'daki etkinliği, Bakanlıkla ilişkiler konusunda önemli. Üç kurumun da için olmak hasabiyle biraz daha sinerjik birşeyler olacak diye düşünüyorum.



YUMBİR ve İTB süreci nasıl başladı?
Zor bir sektör. Çok inişli çıkışlı bir sektör. Özellikle 2005-2006 yıllarında yaşanan kuş gribinden sonra iyice zora girdi. O dönemde çıkan 5200 sayılı birlikler kanunu ile birlikler kurulmaya başlamıştı. 2006 yılında İzmir Yumurta Üreticileri Birliği başkanı seçildim. 2006 Temmuz ayında Türkiye'deki 7 birlik üst birlik kurma kararı aldı. Kurucu başkanı Ankara birlik başkanıydı ama ilk genel kurulda YUMBİR başkanı seçildim. 2006'dan 2014 yılına kadar 8 yıl, 2 dönem üst üste YUMBİR başkanlığını yaptım. 2007'de İTB meclisine girdim. 2009'dan beri de iki dönem üst üste, şimdi üçüncü dönemim yönetim kurulu üyesiyim. İhracatçı birliklerinde de geçen dönem ilk defa yönetim kurulu üyesi oldum. Bu dönem ikinci dönemim.

Başarılı bir iş kadını olarak genç kadın girişimciler için çok güzel bir rol modelsiniz.
Rol model olmak çok güzel eğer öyle görünüyorsa. Esasen bütün bu görevlerin aksine ben çok iş odaklı değilim. Şu görüntüye bakınca işten başka gözü bir şey görmeyen, o kurumda da olayım bu kurumda da olayım diyen biri gibi görünüyorum. Bu kurumların hiçbirinde kendi isteğimle bulunmuyorum. EİB'de önceki dönem Sinan bey yine yönetim kurulu üyeliği teklif etmişti. Ama üzülerek reddedeceğim demiştim. YUMBİR başkanıydım ve EİB'de yönetime girersem bu görevimi hakkıyla yapamam demiştim. Çünkü ben bir işe başladığımda hakkıyla yapmak isterim.

Derya Tavukçuluk olarak yakın dönemde bir yatırım planınız var mı?
Şirket olarak yatırım planımız yok. Sektör artık doyum noktasının da üzerine çıktı. Biz ihracata başladığımızda haftada 50 tır gidiyordu, 80 tıra çıktığında iç piyasayı hareketlendirirdi. İhracatın sebebi buydu zaten. Mal fazlasını kaç paraya olursa olsun gönderelim, kalan yumurtamızı değerli satalım derdik. Şimdi 80 tırdan 326 tıra çıktı. İhracat arttıkça üretim arttı, üretim arttıkça ihracatı artırmak durumunda kaldık. Ama ihracat yaptığımız ülkeler de bir doyum noktasına ulaştı. Irak mesela başka ülkelerden de yumurta alıyor. Oralardan da mal geldiğinde doyuma ulaşıyor ve fiyat düşüyor. İhracat fiyatı düşünce iç piyasada da fiyat düşüyor. İhracatla iç piyasa fiyatları paralel gidiyor. Son 1,5-2 yıldır sektör doğru düzgün para kazanmıyor. Tüketimin arttığı dönemler Eylül-Şubat arasıdır. Nisan'dan itibaren Ağustos'a kadar tüketim düşer. Irak için de aynı şey geçerli. Bu dönemlerde gerçek anlamda zarar ederiz. Ama diğer dönemlere yaptığımız satışlarla bunu kompanse ederiz. Ama ne yazıkki son iki yıldır bunu kompanse edemiyoruz. Sektör gittikçe açığa çalışıyor. Ama genel olarak Türkiye'nin politikası gibi büyümezsem biterim mantığı var. bunu son derece yanlış buluyorum. Çünkü büyümekten kasıt illaki miktar olarak büyümek olmamalı. Ama bizim sektörün büyümekten anladığı tek şey kapasiteyi artırmak. Hiç kimse bireysel olarak yaptığı artışın sektöre etkisini düşünmüyor nedense. Herkes kendi içinde büyüyorum, pazarlıyorum diyor. Pazarlamada sorun yok, ne kadar çok ürün olursa satılır ama fiyat düşer. Pazarlıyorum derken iyi fiyata satıyorum diyemiyor, sadece elinde yumurta kalmıyor. 3'e satmak varken 2'ye satıyor. Para kazanamıyor.

Peki bu sorun nasıl çözülecek?
Bunu sektör tek başına beceremiyor. Bakanlığın uygulayacağı üretim politikasından geçiyor. Bunun yolu çok zor değil aslında. Gelişmiş ülkelerin hepsinde var. Yeni yatırımda kriterleri son derece sıkı tutmalı. Mesela gübre bizim için son derece büyük bir problem. Çevre Bakanlığı tarafından tehlikelki atık olarak değerlendiriliyor. Bertarafı için ya ruhsatlı bir gübre işleme tesisine vereceksiniz ve kapınızdan çıkıp oraya varana kadar takip edeceksiniz. Ya da kendiniz tesis kuracaksınız. Bunu hala o kadar gevşek tutuyor ki. Gübre tesis yapacağını ya da bir tesise yere vereceğini ÇED raporunda taahhüt etmeniz yetiyor. Bu taahhütle ruhsatı çıkıyor. Taahhüdünü yerine getiremezse ceza kesiyor. Bu da caydırıcı olmuyor. Bakanlık bunu sıkı tutsa iş biraz daha kontrol edilebilir bir hale gelir. Onun dışında ihracatı artırmak, tüketimi artırmak sektör için çözüm değil artık. Geçmişte çözümdü ama son 2 yılda şunu gördük ki artık üretim planlaması gerekiyor.

Ama yapılmıyor diyorsunuz.
O zaman da doğal üretim planlaması oluyor. Ağır krizlerin arkasından sektör mutlaka düzlüğe çıkıyor. Çünkü ağır krize dayanamayan üretici hayvanları kesiyor. O zaman üretim azalıyor. Ya da tekrar piyasa düzeldiğinde o tesis hazır olduğundan borçlu olduğu kişinin eline geçiyor, finansman olarak 2 yıl değilde 5 yıl dayanacak biri işletiyor. O da bekliyor ki, nasıl olsa güçsüz biri batacak ve piyasa rahatlayacak. Ben de çektiğim bu 5 yılın cefasını sefa olarak süreceğim. Tamamen bu mantık üzerine işliyor. Bizim beklentimiz YUMBİR'e üretim planlaması yapılırken yetki verilmesi.

Bu kadar iş yoğunluğunda kendinize zaman ayırabiliyor musunuz?
Ben işi o sırada işin içinde yapan biriyim. İşten çıktığım anda işle en ufak bir ilgim yoktur. Saat 6'dan sonra işle ilgili ne telefon açarım, ne mailime bakarım. Hafta sonu işle ilgili hiçbirşey yapmam. İşimiz 24 saat devam bir iş. Ama 3 kardeş kendi aramızda iyi bir iş bölümü yaptık ve herkes üstüne düşeni hakıyla yapıyor. İşten çıktıktan sonra iş biter benim için.

Görev aldığınız kurumların toplantılarına nasıl yetişiyorsunuz?
Sektöre faydası olmadığını düşündüğüm bir toplantının içinde olamıyorum. İş sadece protokolse, sadece orada görünmekse, sadece resmi bir ziyaretse onların içinde bulunmuyorum. Açıkçası protokolü hiç sevmiyorum. Sektöre bir fayda sağlayacak bir ortamda bulunmayı tercih ederim. Amaç sadece boy göstermekse orada ben yokum.

Hobileriniz var mı?
Ahşap ile uğraşıyorum. Bir çeşit marangozluk gibi bir şey. Güzel bir atölyem var. Damlacık'ta annemle babamın bahçeli evlerinin içinde küçük bir atölyem var. Hızarım, dekopajım, Tornam var. Kesip biçiyorum, oyuyorum. Kullanabilceğim objeler yapıyorum. Arkaşlarıma hediye ediyorum. Hatta geçen yıl kendime bir marka yaratıp web istesi de açtım. Facebook, twitter, instagram gibi sosyal medya mecralarında yokum, sevmiyorum. Sırf bunun için wooder olarak bir instagram hesabı açtım. Yağlıboya, sulu boya resimler yapıyorum evimde. Sinemayı çok seviyorum. Haftada bir gün filmoterapi grubuyla film izleyip bir film uzmanı ve psikolog ile film üzerine sohbet ediyoruz. Terapi gibi oluyor. 5 kişilik bir grubumuz var onlarla da ayrı bir film izleme günü yapıyoruz. Seyahat etmeyi seviyorum. İşi iyi planlayınca hepsine vakit bulabiliyorum.

***

“Üretim planlaması yapılmıyor”
Yumurta piyasasında her tarım ürününde olduğu gibi fiyatı arz-talep dengesi belirler. İstediğiniz kadar kaliteli üretin, istediğiniz kadar marka olun piyasada mal fazlası varsa fiyat düşer. Dolayısıyla üretim artışını planlamak çok zor. Devletin bu anlamda bir politikası ne yazıkki hala yok. Pek çok alanda olduğu gibi bizde de yok. Birliklerin kurulma amacı buydu aslında ama birliklere bu anlamda yetki verilmediği için üretim planlaması yapamıyoruz. Bireysel olarak da hiç kimseye üretme diyemediğimiz için herkes bireysel olarak ben büyüyeceğim diyor, dolayısıyla sektör büyüyor. O zaman tüketimi arttırmak ve ihracata yönelmek lazım.

Yumurta tüketimi Avrupa ortalamasına yaklaştı
Tüketimi artırmak için biz YUMBİR olarak çok çalışmalar yaptık 2006 yılında kişi başı tüketim yıllık 110 adetti. Bugün 220 civarında. Avrupa ortalaması 245-250 civarında. Neredeyse ona yaklaştık. ABD 280, japonya 330, Meksika 360.