Son dönemde Balıkesir ve Kütahya merkezli meydana gelen ve bölge halkını tedirgin eden sarsıntıların ardından, bilim dünyasından Ege için kritik bir uyarı geldi. İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Deprem Araştırma ve Uygulama Merkezi (DAUM) Müdürü Prof. Dr. Hasan Sözbilir, bölgedeki sismik hareketliliğin sıradan bir artçı aktiviteden çok daha fazlası olduğuna dikkat çekti. Sözbilir'in en çarpıcı tespiti ise jeolojik olarak "ölü" kabul edilen, yani yaklaşık 10 milyon yıldır deprem üretmeyen fayların bile yeniden aktif hale gelmesi oldu. Bu durumun, Ege Bölgesi'nin ne denli karmaşık ve dinamik bir tektonik yapıya sahip olduğunu bir kez daha gözler önüne serdiğini ifade eden uzman isim, "Geçmişte aktif olmayan faylar bile artık deprem üretir hale geldi. Bu, bölgedeki gerilimin ne denli arttığının bir göstergesidir" sözleriyle durumun ciddiyetini özetledi.
Bölge 'deprem fırtınası' yaşıyor
Prof. Dr. Sözbilir, Ege'deki mevcut durumu basit bir artçı sarsıntı serisi olarak değil, "deprem fırtınası" olarak nitelendirdi. Bu fırtınanın, bölgede sıkça rastlanan jeotermal alanların varlığı ve 200'ün üzerindeki diri fay hattının birbiriyle yakın etkileşime girmesinden kaynaklandığını belirtti. Normal şartlarda ana şoktan sonra giderek azalan artçıların aksine, Ege'de ana şokla benzer büyüklükte, birbirini tetikleyen ve farklı lokasyonlarda ortaya çıkan sarsıntıların yaşanabileceğini vurguladı. Sözbilir, "Sındırgı ve Simav depremlerinden sonra gördüğümüz aktivite, bu deprem fırtınası teorisini doğrular nitelikte. Sarsıntılar bir süre daha farklı noktalarda devam edebilir. Bu, bölgenin jeolojik karakteristiğidir" dedi. Bu durum, bölgedeki yer kabuğunun sürekli bir gerilim biriktirdiğini ve bu enerjiyi küçük ve orta büyüklükteki depremlerle boşalttığını gösteriyor.
Hasarlı binalar için hayati çağrı
Yaşanan sismik hareketlilik sonrası vatandaşlara hayati uyarılarda bulunan Prof. Dr. Hasan Sözbilir, özellikle hasar görmüş binalardan kesinlikle uzak durulması gerektiğini söyledi. En küçük bir sarsıntıda dahi olsa, duvarlarında çatlak oluşan veya taşıyıcı sisteminde deformasyon gözlemlenen yapıların risk teşkil ettiğini belirten Sözbilir, "Vatandaşlarımız bu süreci soğukkanlılıkla yönetmeli. Ancak hasarlı olduğunu düşündükleri binaları mutlaka belediye, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü veya konunun uzmanı inşaat mühendislerine göstermelidir. Alınacak teknik raporlara göre hareket etmek hayati önem taşımaktadır" diyerek can güvenliğinin önceliklendirilmesi gerektiğinin altını çizdi. Olası yeni bir sarsıntıda bu binaların yıkılma riskine karşı tedbirli olunması çağrısında bulundu.
Kalıcı çözüm için enstitü şart
Prof. Dr. Sözbilir, deprem gerçeğiyle yaşayan Türkiye için pansuman tedbirler yerine kalıcı ve bilimsel çözümlerin üretilmesi gerektiğini savundu. Bu kapsamda, Türkiye'nin yedi coğrafi bölgesinde tam donanımlı Deprem Araştırma Enstitüleri kurulmasının artık bir zorunluluk olduğunu ifade etti. Bu enstitülerin sadece depremleri takip etmekle kalmayıp, aynı zamanda bölgesel tehlike kaynaklarını analiz edeceğini, risk azaltma çalışmalarını planlayacağını ve bu planların uygulanmasını denetleyeceğini söyledi. "İl düzeyinde hazırlanan Afet Risk Azaltma Planları (İRAP) kağıt üzerinde kalmamalı. Bu raporların sahada doğru bir şekilde uygulanabilmesi için liyakat sahibi, uzman kadrolara ve bu süreci yönetecek bilimsel kurumlara ihtiyaç var. Bu kurumlar, depreme dirençli bir Türkiye inşa etmenin temel taşları olacaktır" diyerek yetkililere çağrıda bulundu.