Ozon, bilindiği gibi üç oksijen atomunun birleşmesi ile oluşan bir kimyasaldır ve yaşadığımız atmosferde bulunan iki oksijen atomundan oluşan soluduğumuz oksijen formuna göre daha yüksek enerji içerir. Çok kuvvetli bir dezenfektan olarak da kullanılan bu gaz, üst atmosferde güneşin ultraviyole ışınları ile karşılaştığında meydana gelir.

İşte stratoferden yaklaşık 50 kilometre yükseklikte buluna ozon tabakasının, NASA’nın 1985 yılında uzaya gönderdiği bir uydudan aldığı analizler sonucu delindiği ve giderek inceldiği tespit edildi. Ozon tabakasının, dünyamızı saran diğer atmosfer tabakasının çeşitli katmanları olan , dışa doğru sıralandığında Troposfer, Stratosfer, Mezosfer, İyonosfer ve Magnetosfer (Ekzosfer) olarak isimlendirilenlerden farklılığı, bilinen fonksiyonları ile ilgilidir. Eğer bu tabaka olmasa idi, yeryüzü mor ötesi ışınlardan korunamazdı, belki de bildiğimiz anlamda insan yaşamı olmazdı. Elbette, ozon tabakası yeryüzünde sadece insanları değil tüm yaşayan canlı varlıkları, güneşin öldürücü etkisine karşı korur, bu yüzden de bir tür kalkan görevi görür.

İnsanlığın ,endüstriel gelişmeler parelelinde ortaya koydukları yeni teknolojilerden birisi de soğutma ve iklimlendirme sektörü olmuştur. Bu sanayi kolunun ana çıktıları olan klima ve buzdolabından kozmetik sektörünün saç spreyi ve deodorantlarına kadar kullandıkları bazı zararlı gazlar, ozon tabakasında çeşitli tepkimeler oluşturmuş, sonuçta da atmosferin bu tabakasında azon kayıpları meydana gelmiştir. Buna yol açan ve yoğun kullanılan sanayi gazlarının başında kısaca CFC denen KLOROFLORO KARBON gelmektedir. Ayrıca zirai ilaçlamada yaygın olarak kullanılan geniş etkili bir pestisit olan metil bromür (CH3Br) maddesi ile halon gazları da burada anılmalıdır.

Bu gazların aşırı kullanmı nedeni ile atmosferde açığa çıkan CFC, Halon ve metil bromir gibi gazlar, birer soğutuıcu akışkan olarak azon tabakasına ulaşmış,tabakayı delip incelterek küresel iklim değişikliklerini tetkliyen en önemli unsur olmuştur. Daha 1970’li yıllarda Malina Rowland gibi bilim insanları, ozon tabakasının delinmesi ile ortaya çıkacak küresel etkileri analiz ederek teoriler geliştirmişler ve kamuoyuna sunmuşlardır. Rowland teorileri 1992’de ispatlandığında, eğer CFC, Halon ve Metil Bromür kullanılmamış olsa idi, küresel ısınmanın en az 0.5 derece daha az olacağı projeksiyonu yapılmıştır.

Bütün bu bilimsel çalışmalar zamanla kamuoyunu bilinçlendirmiş, hükümetler arası resmi kurumların harekete geçmesine yol açmıştır. Önce Viyana Sözleşmesi ile küresel ön araştırmaların yapılması ve ozon tabakasının sistematik gözlemlenmesi ile CFC üretiminin izlenmesi için global kurumlar hayata geçirilmiş ardından da 1987 yılında ozon tabakasını incelten maddelerin yasaklanmasına dair Montreal Protokolü dünya ülkelerinin imzasına açılmış ve kabul edilmiştir.

16 Eylül 1987 yılında 196 ülkenin taraf olduğu bu protokol, ülkeleri, insan sağlığını ve çevreyi, ozon tabakasını değiştiren ya da değiştirme olasılığı bulunan insan faaliyetlerinin yarattığı veya yaratabileceği olumsuz etkilere karşı korumak için gerekli önlemleri almakla yükümlü kılmaktadır.

Nitekim, Birleşmiş Milletler Uzmanları, bu protokolün uygulanması ile, insanlığın ozon tabakasına verdiği zararların etkisi giderek azaldığını ve 2060 yılına kadar ozon tabakasının tespit edilmiş deliğinin kapanacağını teyit etmektedir. Maalesef, CFC gibi gazların atmosferdeki ömürleri 100 yıla kadar uzamakta. Durwood Zaelke gibi uzmanlar, Montreal Protokolü'nün, küresel afetlere yönelik devletlerin beraber çalışarak zafer kazanabileceği nadir uluslararası antlaşmalardan olduğunun altını çizmekte.

Ülkemiz Montreal Protokolü'ne 1991 yılında taraf olmuş, yaptığı etkin çalışmalar ile Avrupa ve Orta Asya Bölgesel Ozon Ağı Ozon Tabakası'nı Koruma Onur Madalyası'na hak kazanmıştır.