Geçen haftaların yoğun gündemi içinde önemli bir kamu sağlığı konusunu oluşturan diyabet üzerinde duramadık. Bilindiği gibi 14 kasım diyabet farkındalığı için seçilmiş bir gün. Şeker hastalığı metabolik değil salgın bir hastalık olabilir mi? Konuyu biraz da olsa bilenler bu soruya şaşıracaklardır ama artık diyabet; AİDS, sıtma ve verem hastalığından sonra Birleşmiş
Milletler'in tüm dünyayı uyardığı dördüncü hastalık oldu.
Bunun nedeni bir pandemi gibi tüm dünyayı sarıyor ve küresel ölüm nedenleri arasında artık altıncı sıraya oturuyor olması. Esasında daha üst sıralarda. En çok ölüm nedeni olan kalp damar hastalıkları ile hipertansiyon, inme ve böbrek gibi hastalıklarda, diyabet, predispozan bir rolde.
Yani bu hastalıkların hazırlayıcılarından birisi. Tüm okuyucularıma dramatik bir bilgi paylaşımında bulunayım. Ülkemizde her yıl diyabetli hasta sayısı %100 oranında artıyor. Dünyada da sonuçlar bu bilgiye paralel. Yaklaşık 1 milyar insan şeker hastalığı tanısını almış durumda. Uluslararası Diyabet Federasyonu, 2017 yılında dünyada 425 milyon kişinin diyabetli olduğunu açıkladı.
Ülkemiz için rakam vermek gerekirse, SGK halen 8 milyon vatandaşımızın ilaç kullanarak diyabet ile mücadele ettiğini belirtiyor. Yaklaşık 11 milyon diyabetli hastamızın olduğunu öngörüyoruz. Esasında, diyabetin ailesel bir hastalık olduğu da göz önüne alındığında riskli olası hasta popülasyonu olarak nüfusumuzun yarısını düşünmek işten bile değil.
Sadece tip 2 diyabet ile yaşayan 6 milyonu aşkın vatandaşımız sözkonusu ve bu rakamın Uluslararası Diyabet Federasyonu’nun tahminlerine göre 2035 yılında 12 milyona ulaşması öngörülüyor. Tip 2 diyabetli hastalarda, tedaviye uyum ve süreklilik düşük olduğundan, komplikasyonlar oldukça yoğun ve bu hastalarda, kalp krizi ve felç riski yüzde 8, körlük riski yüzde 30 ve böbrek yetmezliği hastalığı olasılığı ise yüzde 80 daha fazla görülmekte.
Bu komplikasyonların ülkemi sağlık sistemine maliyeti 17 milyar TL’yi aşıyor. Bilindiği gibi diyabet hastalığı tip 1 ve 2 şeklinde değerlendiriliyor. Birincisinde, glukoz metabolizmasında
primer etken olan ve pankreasça üretilen insülin yokken ikincisinde yetersizdir. Nedenleri olarak da
genetik yatkınlık, sedentar yaşam, obezite, fast food tarzı endüstriel yiyecek tercihi, stres ve gebelik gibi geçici durumlar bir kalemde sayılabilir.
Son yıllarda, deri altından şeker ölçebilen cihazların oluşturduğu gelişmelerden pankreasa kök hücre transferi ve pankreas transplantasyonuna kadar giden yüz güldürücü bilimsel çalışmaların olduğu görülmekte.
1980’lere kadar küresel nüfusun %5’i diyabetli idi, günümüzde %9’u. Avrupa Birliği içinde yapılan bir çalışmada her bir milyonluk bir kitlede 23 kişi diyabet nedeni ile hayatını kaybediyor.
Türkiye’de ise 48 kişi. Diyabet, gerek kronik doğası gerekse kamu sağlığı ve bütçesine yaptığı büyük yük gözönüne alındığında, ulusal stratejik bir eylem planı oluşturarak mücadele edilmeyi zorunlu kılıyor.